31 Temmuz 2012 Salı

01-20: Sorular ve Cevaplar


1- Allah’ın varlığını nasıl anlarız?

Çevremize baktığımızda gördüğümüz bitkiler, hayvanlar, denizler, dağlar, insanlar ve hatta göremediğimiz mikro alemdeki canlı cansız herşey kendilerini var eden üstün bir aklın apaçık delilleridir. Aynı şekilde tüm evrende var olan denge, düzen, kusursuz yaratılış yine kendilerini kusursuzca var eden üstün bir ilim sahibinin varlığını kanıtlar. İşte bu üstün aklın ve ilmin sahibi Allah’tır.
Biz Allah’ın varlığını, yarattığı kusursuz sistemlerden, canlı cansız varlıkların hayranlık uyandırıcı özelliklerinden anlarız. Bu kusursuzluğa Kuran’da da dikkat çekilmiştir:
O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’(mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan      Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)

2- Allah’ı nasıl tanırız?

Allah’ın üstün gücünü yine evrendeki kusursuz yaratılış bize gösterir. Ancak asıl olarak Allah bize Kendisi’ni insanlara doğruyu gösteren bir rehber olarak indirdiği Kuran’da tanıtmıştır. Kuran’da Allah’ın tüm üstün sıfatları; aklı, ilmi, şefkati, merhameti, adaleti, her yeri sarıp kuşatan olduğu, herşeyi işiten ve gören olduğu, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin tek sahibi, tek İlahı olduğu, mülkün tek hakimi olduğu haber verilmiştir:
O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O’dur. O Allah ki, O’ndan başka İlah yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tur; Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 22-24)

3- Yaratılış amacımız nedir?

Yaratılış amacımızı Allah bizlere Kuran’da şöyle bildirir:
… insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)
Bu ayetle bize haber verildiği gibi, insanın yeryüzünde bulunuş amacı yalnızca Allah’a kulluk etmek, O’na ibadet etmek, O’nun rızasını kazanmaktır. İnsan dünyada bulunduğu süre boyunca bu konuda denenir.

4- Niçin deneniyoruz (imtihan oluyoruz)?

Allah dünyada Kendisi’ne iman edenlerle etmeyenleri birbirinden ayırmak ve iman edenlerden de hangisinin daha güzel davranışlarda bulunacağını belirlemek için insanları dener. Bu yüzden bir insanın “ben iman ettim” demesi yeterli değildir. İnsanın yaşadığı süre boyunca, Allah’a olan imanı ve bağlılığı, dindeki kararlılığı kısaca Allah’a kulluktaki sabrı özel olarak yaratılan şart ve ortamlarla denenir. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirir:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)

5- Allah’a nasıl kulluk ederiz?

Allah’a kulluk etmek, insanın tüm yaşamını Allah’ın hoşnutluğunu, rızasını kazanmak amacıyla sürdürmesidir. Yaptığı her işi Allah’ın razı olacağı en güzel şekilde yerine getirmeye çalışması, yalnızca Allah’tan korkup sakınması ve tüm düşüncelerini, sözlerini, fiillerini bu amaç doğrultusunda yapmasıdır. Allah Kuran’da yalnızca Kendisi’ne kulluk etmenin insanın tüm yaşantısını kapsadığına şu ayetiyle dikkat çekmiştir:
De ki:Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.(Enam Suresi, 162)

6- Din niçin gereklidir?

Allah’ın varlığına inanan bir insanın ilk yapması gereken, kendisine bir “hiçken” can veren, yaşatan, yediren, içiren, sağlık veren Yaratıcımız olan Allah’ın emirlerini, hoşnut olacağı şeyleri öğrenmek olmalıdır. Daha sonra da tüm hayatını Allah’ın emirlerine uyarak ve Allah’ın hoşnutluğunu arayarak geçirmelidir.  Allah’ın razı olacağı ahlakı, davranışları ve yaşam biçimini bize gösteren ise dindir. Allah Kuran’da dine uyan insanların doğru bir yol üzerinde olacaklarını, diğerlerinin ise sapıklık içine düşeceklerini haber vermiştir:
Allah, kimin göğsünü İslam’a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah’ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Zümer Suresi, 22)

7- Din ahlakını yaşamak nasıl olur?

Allah’a inanan ve O’na gönülden itaat eden insanlar, yaşamlarını Allah’ın Kuran’daki tavsiyelerine uygun olarak düzenlerler. Din ahlakını yaşayan insan vicdanının gösterdiği doğrulara uyarak yaşamını sürdürür ve içindeki negatif ses olan nefsinin kötü olarak emrettiği herşeyi bırakır. Allah insanları dini yaşama fıtratı ile yarattığını Kuran’da şöyle bildirir:
Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30)

  8- Din olmazsa ahlak nasıl olur?

Din olmayan toplumlarda insanlar her türlü ahlaksızlığa açık duruma gelirler. Örneğin dindar bir insan ahirette hesabını vereceğini bildiği için kesinlikle rüşvet almaz, kumar oynamaz, kıskançlık yapmaz, yalan söylemez. Ama dinsiz bir insan bunların hepsini yapmaya açıktır. Bir insanın “ben dinsizim ama rüşvet almıyorum” veya “ben dinsizim ama kumar da oynamıyorum” demesi yeterli olmaz. Çünkü Allah korkusu olmayan ve ahirette hesap vereceğine inanmayan bir insan, ortam veya şartlar değiştiğinde bunlardan herhangi birini kolaylıkla yapabilir. “Dinsizim ama fuhuş yapmıyorum” diyen bir insan fuhuşun normal karşılandığı bir yerde fuhuş yapabilir. Veya rüşvet almadığını söyleyen bir insan eğer Allah’tan korkmuyorsa “oğlum hasta ölmek üzere, onu için rüşvet almak zorundayım” diyebilir. Dinsizlikte hırsızlık bile bazı ortamlarda meşru görülebilir. Örneğin böyle kişiler kendilerince otellerden, eğlence yerlerinden havlu veya dekoratif eşyalar almayı hırsızlıktan saymayabilirler.
Oysa dindar bir insan böyle bir ahlaksızlık göstermez. Çünkü Allah’tan korkar ve Allah’ın, niyetini de, düşüncelerini de bildiğini unutmaz, samimi davranır ve günahtan kaçınır.
Dinden uzak bir insan “dinsizim ama, affediciyim, intikam veya kin hissi duymam” diyebilir. Ama bir gün öyle bir olay olur ki çileden çıkar ve en umulmayacak tavrı gösterir. Bir insanı öldürmeye, yaralamaya kalkar. Çünkü üzerinde taşıdığı ahlak, ortamlara, koşullara, yaşanılan yere göre değişen bir ahlaktır.
Oysa Allah’a ve ahirete inanan bir kişi koşullar ve ortam ne olursa olsun güzel ahlak göstermekten kesinlikle taviz vermez. Ahlakı değişken değil oturmuş” olur. Allah dindar insanların üstün ahlakını ayetleriyle haber vermiştir:
Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar     Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad Suresi, 20-22)

9- Din olmazsa sosyal sistem nereye gider?

Dinsiz bir ortamda öncelikle aile kavramı ortadan kalkar. Aileyi oluşturan sadakat, vefa, bağlılık, sevgi ve saygı gibi değerler tamamen yok olur. Unutulmamalıdır ki aile, toplumun temelidir ve eğer aile çökerse toplum da çöker. Dolayısıyla devlet ve millet olmanın bir anlamı kalmaz, çünkü devleti ve milleti oluşturan tüm manevi değerler yıkılmış olur.
Ayrıca dinsiz toplumlarda kimsenin kimseye saygı, sevgi ve merhamet duyguları duyması için bir neden kalmaz. Bunun sonucunda ise sosyal anarşi oluşur. Zenginler fakirlere, fakirler zenginlere kinlenir, sakat veya muhtaç olanlara karşı kızgınlık oluşur. Farklı kavimlere karşı saldırgan olunur, işçiler patronlarına patronlar işçilerine, baba oğula oğul babaya karşı saldırganlaşır.
Sürekli kan dökülmesinin, bazı ülkelerdeki sürekli gündeme gelen cinayet haberlerinin nedeni dinsizliktir. Bu haberlerde her gün gözünü kırpmadan ve çok sıradan sebeplerle birbirlerini öldüren kişilerin haberleri verilir.
Oysa ahirette hesabını vereceğini bilen bir insan, silahı başka bir insanın yüzüne doğrultup onu öldüremez. Allah’tan korkar ve kötü hesaptan kaçınır. Allah insanları bozgunculuk çıkarmaktan Kuran’da şöyle men etmiştir:
Düzene konulması (ıslah)ndan sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (Araf Suresi, 56)
İntiharların bu kadar yaygınlaşmasının temelinde de dinsizlik vardır. İntihar eden aslında cinayet işlemiş olur.
Ama Kuran’a bağlı bir insan bunu kesinlikle yapmaz, böyle bir düşünceyi bir an olsun aklından dahi geçirmez. İnanan bir insan ancak Allah rızası için yaşar ve Allah’ın kendisine dünyada verdiği her türlü zorluk ve sıkıntı karşısında sabreder. Ve bu sabrın karşılığını hem dünyada, hem de ahirette kat kat fazlasıyla alacağını unutmaz.
Dinsiz toplumlarda hırsızlık da çok yaygın olur. Hırsızlık yapan kişi eşyasını çaldığı kişiye nasıl bir sıkıntı verdiğini düşünmez. Karşısındaki kişinin 10 yıllık emeğini 1 gecede alıp gider, o kişinin ne kadar mağdur olacağını hiç hesaplamaz. Karşısındaki kişiye acı verdiği gibi kendisi de vicdan azabı ile ayrı acı çeker. Eğer vicdan azabı çekmiyorsa bu, onun için daha da kötüdür. Çünkü böyle bir insan her türlü ahlaksızlığa açık hale gelmiş demektir.
Dinsiz toplumlarda misafir ağırlama, insanların birbirleri için fedakarlıklarda bulunmaları, dayanışma, cömertlik gibi değerler tamamen ortadan kalkar. Herşeyden önce insanlar birbirlerine insan olarak değer vermezler çünkü birbirlerini sözde maymundan evrimleşmiş varlıklar olarak görürler. Bir insan, maymundan evrimleştiğini düşündüğü bir insana hizmet etmek, onu ağırlamak, ona güzellikler sunmak istemez. Bu düşüncedeki insanlar birbirlerine değer vermezler. Kimse kimsenin sağlığını, huzurunu, rahatını düşünmez. İnsanlara bir zarar dokunmasından endişelenmez, buna engel olmaya çalışmaz. Örneğin, hastanelerde ölmek üzere olan insanlar sedyelerde uzun süre bırakılır, onlarla hiç ilgilenen olmaz. Veya son derece sağlıksız ve temizlikten uzak şartlar altında işletilen bir lokantanın sahibi, orada yemek yiyen insanların sağlığına vereceği zararı hesaplamaz. Ancak kendi kazanacağı paranın derdine düşer. Bunlar günlük hayatta sık karşılaşılan birkaç örnektir. Burada önemli olan mantık, kişilerin ancak bir çıkar karşılığında birbirlerine iyi davranmaya yanaşmalarıdır. Oysa Kuran ahlakında insanlar birbirlerine Allah’ın birer kulu olarak değer verirler. İyilik yapmak için bir çıkar gözetmez, aksine sürekli iyi işler yapıp hayırlarda yarışarak Allah’ın rızasını kazanmaya çalışırlar.

10 Kuran ahlakına uymanın toplumlara ne gibi maddi ve manevi faydaları olur?

Kuran ahlakı, güzel ahlakın derin, maneviyatlı, huzur ve güven dolu ortamını meydana getirir. Devlete ve millete büyük zararlar veren anarşi belası kesinlikle son bulur. Çünkü insanlar     Allah’tan korkar, itaatsizlikten, bozgunculuktan şiddetle kaçınırlar. Ayrıca manevi değerlere sahip kişiler devlete ve millete sahip çıkarlar ve bu değerler için her türlü fedakarlığı yapmaktan çekinmezler. Bu ahlaktaki insanlar daima ülkenin refahı ve huzuru için çalışırlar.
Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda insanlar, birbirlerine karşı son derece saygılı olur ve herkes birbirinin rahatını ve güvenliğini kollar. Çünkü İslam ahlakında dayanışma, birlik ve beraberlik çok önemlidir. Her insan kendinden önce diğer insanların rahatını ve çıkarını düşünmelidir. Kuran’da müminlerin bu ahlakı şöyle bildirilmektedir:
Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Allah korkusu ile hareket edilen böyle bir ortamda herkes toplumun refahı için çalışır, israf yapılmaz, dayanışma, işbirliği ve karşılıklı birbirinin menfaatini gözetme olur ve bu sayede de refah seviyesi yüksek, zengin bir toplum oluşur.
uşturdukları kargaşa hali, isyankar tavırlar tamamen ortadan kalkar. Herkes tevekküllü davranır ve her soruna akılcı çözümler getirilir, her olay sükunetle halledilir. Daima huzur ortamı içinde olan bir hayat sürdürülür. Neşe, samimiyet, sevgi, candanlık, dostluk ve kardeşlik içinde yaşanır.

11- Kuran ahlakına uymanın aileye getirdiği faydalar nelerdir?

Kuran ahlakında anne ve babaya karşı saygı vardır. Allah Kuran’da şöyle bildirmektedir:
Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. “Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Banadır.” (Lokman Suresi, 14)
Kuran ahlakının yaşandığı bir evde kavga, huzursuzluk, geçimsizlik olmaz. Anneye, babaya ve diğer aile fertlerine karşı son derece saygılı bir tavır gösterilir. Her zaman müjdeli ve sevinçli bir ortamda yaşanır.

12- Kuran ahlakına uymanın devlet sistemine getirdiği faydalar nelerdir?

Allah Kuran’da itaat etmeyi makbul bir ahlak olarak göstermektedir. Kuran ahlakına sahip bir insan da kesinlikle devletine karşı itaatli ve saygılı olur. Böyle toplumlarda herkes devletin ve milletin refahı için çalışır, devlete karşı gelmez aksine maddi manevi destek sağlar.
Allah’tan korkan insanların oluşturduğu toplumlarda adli olaylar hemen hemen hiç kalmaz. Şu anki toplumlarda yaşanan olayların binde biri dahi yaşanmaz.
Devlet yönetimi çok rahatlar. Anarşi, terör, bozgunculuk, cinayet gibi olaylarla uğraşmak zorunda kalmayacağı için devletin bütün gücü ülkenin içte ve dışta kalkınması ve güçlenmesi için harcanır. Bunun sonucunda da çok güçlü bir devlet oluşur.

13- Kuran ahlakına uymanın sanata getirdiği faydalar nelerdir?

Kuran ahlakına uyan insanlar birbirlerine değer verir ve birbirlerini her yönden güzel ve estetik bir ortamda yaşatmaya çalışırlar. Cennete duyulan özlemden dolayı dünya şartları maksimum kullanılarak en güzel, en temiz, göze, kulağa ve tüm duyulara en güzel şekilde hitap eden ortamlar oluşturulur. Bu nedenle sanat ve estetik her yönden çok gelişir.
Dindar bir insanın vicdanı da temizdir ve bu sebeple aklının üzerinde herhangi bir baskı olmaz, çok geniş düşünerek ortaya güzel ve benzersiz, taklitten uzak eserler çıkarır. Ayrıca diğer dindar insanları da hoşnut etmek, onlara güzellikler sunmak isteği ile iş yapan insanlar, samimi ve şevkli olurlar.

14- Kuran ahlakına uymanın eğitim sistemine getirdiği faydalar nelerdir?

Herşeyden önce Kuran ahlakını yaşamak çocuklara ve gençlere olgunluk, akıl, gerçek neşe, rahatlık ve huzur getirir. Bazı toplumlarda gençler arasında yaygın olarak görülebilen duyarsız, vurdumduymaz karakter Kuran’a uyan gençlerde görülmez. Son derece yumuşak başlı, itaatli, geniş düşünen, fedakar, üretici bir nesil oluşur. Gençliğin dinamizmi, heyecanı, ataklığı hep hayırlı işlere yönlendirilir. Önemli bir iş ve akıl gücü oluşur. Böyle bir ortamda öğrenciler sadece sınıf geçmek veya cezadan kurtulmak için değil, zevkle ve isteyerek devlete ve millete fayda getirmek için eğitimlerine son derece önem verirler.
Okullarda disiplin olayları tamamen ortadan kalkar. Çok huzurlu, yapıcı ve verimli bir eğitim ortamı oluşur. Öğretmenler ve öğrenciler arasında itaate, saygı ve hoşgörüye dayalı bir işbirliği oluşur. Ayrıca öğrenciler devlete, polise karşı da son derece saygılı ve itaatli olurlar, günümüzde sık sık karşılaşılan öğrenci olayları hiç yaşanmaz. Çünkü böyle bir şeyi gerektirecek ortam oluşmaz.

15- Kuran ahlakına uymanın çalışma ortamlarına getirdiği faydalar nelerdir?

Kuran ahlakını yaşayan insanların bulunduğu toplumlarda, işyerlerinde de karşılıklı anlayış, işbirliği ve adalet ortamı olur. İş sahipleri çalışanlarının sağlıkları ile ilgilenir, çalışılan ortamı sağlık koşullarına en uygun hale getirir. Çok uzun süre aynı ortamda bulunacaklarını düşünerek estetik ve göze hoş gelen mekanlar hazırlatır. Emeklerinin tam karşılığını verir. Herhangi bir çalışanını kesinlikle mağdur durumda bırakmaz. Her birinin ailesinin yaşam koşullarından haberdar olur. Son derece vicdanlı davranarak, onların hamiliğini üstlenir. Güçlünün zayıfı ezdiği bir ortam asla oluşmaz. Dedikodu, başarılı birini kıskanarak onun başarısını engellemeye çalışma gibi gayri ahlaki tavırlara da rastlanmaz. Çalışanlarla işveren arasında çıkara ve birbirini dolandırmaya değil, işbirliği ve güvene dayalı bir ilişki olur. Çalışan kişi işyerinin her türlü menfaatini gözetir, “nasılsa parasını patron veriyor” diyerek israf etmez, yapabileceğinin en iyisini yapar. Ama bu güzel ahlakından dolayı da mağdur durumda kalmaz, patronu tarafından kollanır.

16- “Allah’a ortak koşmak” (şirk) nedir?

Şirk, bir insanı ya da herhangi bir varlığı, bir kavramı değerlendirme, önem verme, tercih etme, üstün tutma bakımından Allah’la eşit veya daha ileri düzeyde görmek ve bu çarpık bakış açısıyla hareket etmek demektir. Allah Kuran’da bu durumu “Allah’tan başka ilah edinmek” olarak tanımlar. Bir başka deyişle, Allah’ın herhangi bir sıfatına başkasının sahip olduğunu iddia etmek şirk koşmak demektir. Allah Kuran’da şirkin affedilmeyeceğini haber vermiştir:
Gerçekten, Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi, 48)

17- Bir şeyi put edinmek” ne demektir?

Put edinmek halk arasında yalnızca birtakım heykellere tapınmak anlamıyla bilinir. Oysa bu kavramın çok daha geniş bir anlamı vardır ve yalnızca geçmiş dönemlere ait değildir. Her dönemde Allah’a şirk koşan ve başka ilahlar edinen, putlara tapan cahil insanlar var olmuştur. Birşeyi kendisine put edinen insanın mutlaka put edindiği şey için “bu bir ilahtır, ben buna tapıyorum” demesi veya o varlığın önünde secde etmesi gerekmez.
Put edinmenin temelinde kişinin, birşeyi veya bir kimseyi     Allah’a tercih etme yanılgısına düşmesi yatar. Buna örnek olarak da, bir kimsenin hoşnutluğunu Allah’ın hoşnutluğuna tercih etmeyi, bir kimseden Allah’tan korkar gibi korkmayı ya da onu  Allah’ı sever gibi sevmeyi verebiliriz.
Kuran’da Allah, insanların Kendisi’ne ortak koştukları putların onlara bir yarar sağlayamayacağını şöyle bildirir:
Siz yalnızca Allah’tan başka birtakım putlara tapıyor ve birtakım yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçek şu ki, sizin Allah’tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah’ın Katında arayın, O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz O’na döndürüleceksiniz. (Ankebut Suresi, 17)

18- İnsan şirkten nasıl kurtulur?

İnsanın öncelikle Allah’ın tek ilah olduğunu, tüm gücün O’na ait olduğunu, O’ndan başka hiçbir varlığın zarar veya yarar sağlamaya güç yetiremeyeceğini kalben tasdik etmesi gerekir. Bu gerçekleri kesin olarak tasdik eden insan, artık yalnızca Allah’a kulluk ediyordur ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmuyordur. Allah insanlara şirkten kurtulmak için tamamen Kendisi’ne yönelmeleri gerektiğini söylemiştir:
Hayır, yalnızca O’nu çağırırsınız, dilerse Kendisi’ni çağırdığınız şeyi açar (giderir) ve şirk koşmakta olduklarınızı unutursunuz. (Enam Suresi, 41)
Şirkten arınıp sadece Allah’a yönelen insanın yaşadığı köklü değişim, öncelikle kalbinde meydana gelir. Şirkten kurtulan kişi tamamen farklı bir bakış açısına ve mantığa sahip olur. Eskiden kendi istek ve tutkularına ya da birtakım cahiliye kurallarına göre sürdürdüğü yaşamını artık sadece Allah’ın rızasına ve hoşnutluğuna göre sürdürür.

19- Allah’ın rızasının en fazlasını seçmek ne demektir?

Bulunduğunuz yer dev bir sel felaketiyle karşı karşıya kalınca ne yaparsınız? En üst kata çıkarak kurtulmayı mı beklersiniz yoksa sular yükseldikçe katları birer birer mi çıkarsınız? En üst kata çıkarken yavaş mı davranırsınız, yoksa var gücünüzle bir an önce yukarıya ulaşmaya mı çalışırsınız? Böyle bir anda kişiyi kurtaracak alternatiflerden en süratli sonuca ulaştıracak olanı tercih etmek hiç kuşkusuz ki en akılcı tavırdır. Bunun aksi bir alternatif düşünülemez. Kişi olabilecek en hızlı şekilde en üst kata çıkarak bu işte en fazla yapabileceğini yapmış demektir. İşte bu, “en fazlasını seçmek”tir.
Mümin de elindeki her türlü maddi ve manevi imkanını, yaşamının her saatini hatta her saniyesini Allah’ın rızasına uygun bir şekilde değerlendirir. Bunu yaparken karşısına çıkan alternatifler arasında bir seçim yapmak durumunda kalırsa, akıl ve vicdan kullanarak hareket eder yani Allah’ın hoşnut olacağı şekilde davranır. Bu şekilde Allah’ın rızasının en fazlasına uygun hareket etmiş olur. Allah’ın rızasını gözeterek bir iş yapmak, Allah’ın rızasının en fazlasına uygun davranmaktır. Allah Kuran’da şöyle bildirmiştir:
Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız. (Kehf Suresi, 30)

20- Kesin bilgiyle iman ne demek?

Bir insan elini ateşe uzattığında yanacağını bilir, bundan hiçbir şüphesi yoktur. “Acaba gerçekten yanar mı?” gibi bir düşünceye kapılmaz. Bu kişi ateşin elini yakacağına kesin bir bilgiyle inanıyor demektir. Kuran ayetlerinde ise kesin bir bilgiyle iman dan şu şekilde bahsedilir:
Bu (Kur’an), insanlar için basiret (nuruyla  Allah’a yönelten ayet)lerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir. (Casiye Suresi, 20)
Kesin bilgiyle iman, yukarıdaki ateş örneğinde olduğu gibi kesin bir eminlikle, hiçbir şüphe duymadan, o an etrafında gördüğü, konuştuğu şeyler kadar gerçek olduğuna emin olarak Allah’ın varlığına, tekliğine, kıyamet gününe, cennetin ve cehennemin varlığına iman etmek demektir. Kesin bilgiye dayanan bir iman, kişinin her hareketini, hayatının her anını sadece Allah’ı hoşnut edecek şekilde geçirecek bir vicdana yöneltir.

21-40: Sorular ve Cevaplar

21- Davranışlarımdan hangisinin Allah’ın rızasına uygun olduğunu nasıl anlarım?

Allah Kendisi’nden korkan insanın vicdanına her zaman mutlaka en doğru olanı ilham eder. Allah bir ayette şöyle belirtir:
Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar.  Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Ayrıca unutmamak gerekir ki, genellikle insanın kalbinde ilk duyduğu ses doğruyu yanlıştan ayırt etmesini sağlayan vicdanının sesidir ve Allah’ın hoşnut olacağı tavır ilk duyulan sesin söylediğidir. İşte Allah’tan korkan insanlar da, vicdanlarının sesini dinleyerek doğruyu bulurlar.

22- İnsanın kalbinde vicdanının dışında bir ses var mıdır?

İnsanın vicdanının sesinden sonra gelen diğer alternatiflerin hepsi vicdanı bastırmaya çalışan “nefsin sesi”dir. Nefis insanı vargücüyle doğru olandan alıkoyup, ona kötü olanı yaptırmaya çalışır.
Bunu çok açıkça yapmayabilir. Bir insana makul gelebilecek bazı bahaneler öne sürebilir, “bundan birşey olmaz” dedirtebilir. Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle bildirmektedir:
Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’, Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. (Şems Suresi, 7-9)
Ayette de bildirildiği gibi insana hem kötülükler, hem de bu kötülüklerden sakınmak ilham edilmektedir. İnsan ise bunlardan hangisine uyacağı konusunda denenmektedir.

23- Nasıl görüyoruz?

Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi. (Nahl Suresi, 78)
Görme olayı çok aşamalı bir şekilde gerçekleşir. Görme sırasında herhangi bir cisimden gelen ışık demetleri, gözün önündeki lensin içinden kırılarak geçer ve gözün arka tarafındaki retinaya ters olarak düşerler. Buradaki hücreler tarafından elektrik sinyaline dönüştürülen görme uyarıları, sinirler aracılığıyla beynin arka kısmındaki “görme merkezi” adı verilen küçük bir bölgeye ulaşırlar. Bu elektrik sinyali bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Yani görme olayı, gerçekte beynin arkasındaki küçük, ışığın hiçbir şekilde giremediği, kapkaranlık bir noktada yaşanır.
İnsan, görüyorum” derken, aslında gözüne gelen uyarıların elektrik sinyaline dönüşerek beyninde oluşturduğu etkiyi” görür. Yani “görüyorum derken, aslında beynindeki elektrik sinyallerini seyreder.
Okuduğunuz kitap da, ufka baktığınızda gördüğünüz uçsuz bucaksız manzara da, bu küçücük yerde meydana gelir. Bu gerçek, diğer duyularımızla elde ettiğimiz algılar için de geçerlidir.

24- Maddenin “aslıyla muhatap olmamak” ne demektir?

Dünya ile ilgili tüm bilgilerimiz bize beş duyumuz aracılığı ile ulaşır. Yani biz gözümüzün gördüğü, elimizin dokunduğu, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı, kulağımızın duyduğu bir dünyayı tanırız. Ancak bugün birçok bilim dalında yapılan araştırmalar, algılarımızın yalnızca elektrik sinyallerinin beynimizde yarattığı etkiler olduğunu söylemektedir. Buna göre dış dünyadaki insanların, renklerin, sahip olduğumuz herşeyin yalnızca beynimize ulaşan kopyaları ile muhatap oluruz.
Örneğin bir meyveyi düşünelim: Meyvenin tadı, kokusu, görünüşü, sertliği ile ilgili elektrik sinyalleri sinirlerimiz vasıtasıyla beynimize ulaşır ve orada meyveyi oluşturur. Eğer beyne ulaşan sinyallerde bir kesinti olsa, meyveye ilişkin algılar da ortadan kaybolur. Bundan da anlıyoruz ki, bizim meyve olarak algıladığımız şey, aslında beynimize ulaşan algıların bütünüdür. Meyve dışarıda vardır, ancak biz meyvenin dışarıdaki halini hiçbir zaman bilemeyiz. Yani, bu “algılar bütünü”nün dışımızda var olan aslı ile hiçbir şekilde muhatap olamayız. Çünkü hiçbir zaman beynimizin dışına çıkma, bu algılardan başka birşeyle muhatap olma imkanımız yoktur.

25- Dış dünyanın aslına ulaşabilir miyiz?

Dış dünyanın aslına hiçbir zaman ulaşamayız. Hayatımız boyunca sadece zihnimize ulaşan elektrik sinyalleriyle muhatap olduğumuza göre, biz sadece zihnimizdeki algıları biliriz. Tanıdığımız tek dünya, zihnimizin içinde olan, orada çizilen, seslendirilen ve renklendirilen, kısacası zihnimizde meydana gelen bir dünyadır.

26- Rüyamızda da zihnimizde yaşamıyor muyuz?

Evet, rüyalarımız bu konuyu anlamak için çok iyi bir örnektir. Rüyada tamamen gerçek gibi duran olaylar yaşar, insanlar, nesneler, ortamlar görürüz. Ama bunların hepsi rüyada vardır ve birer algıdan başka bir şey değildir. “Rüya” gibi “gerçek dünya” da zihinde yaşanır. Rüyada zihindekinin dışında hiçbir şey yoktur, gerçek dünyada ise dışarıda var olan maddenin aslına hiçbir zaman ulaşamayız, sadece zihnimizde algıladığımız halini biliriz.

27- Tüm maddelerin sadece algısıyla muhatap isek, o halde beynimiz nedir?

Beynimiz de kolumuz, bacağımız ya da başka herhangi bir nesne gibi maddesel dünyanın bir parçası olduğuna göre, onun da sadece algısıyla muhatap oluruz. Bu konuyu daha iyi açıklamak için rüya ile ilgili bir örnek verebiliriz: Bir rüya gördüğümüzü düşünelim. Rüyada hayali bir bedenimiz olacaktır. Hayali bir kolumuz, hayali bir gövdemiz, hayali bir gözümüz ve hayali bir beynimiz. Rüya sırasında bize “nerede görüyorsun?” gibi bir soru sorulsa vereceğimiz cevap “beynimde görüyorum” olacaktır. Ama ortada gerçek bir beyin yoktur. Sadece hayali bir vücut, hayali bir kafatası ve hayali bir beyin vardır. Rüyamızdaki görüntüyü gören irade ise, rüyadaki hayali beyin değil, ondan daha “ötede” olan bir varlıktır.

28- Algılayan kim?

İnsanlara bugüne kadar algılayanın beyin olduğu öğretilmiştir. Oysa beyni analiz ettiğimizde karşımıza, diğer canlı organlarda da bulunan protein ve yağ moleküllerinden daha farklı bir malzeme çıkmaz. Yani beyin dediğimiz et parçasında, görüntüleri seyrederek yorumlayacak, bilinci oluşturacak, kısacası “ben” dediğimiz şeyi yaratabilecek birşey yoktur.
Bu noktada karşımıza çıkan gerçek açıktır: Gören, işiten ve hisseden varlık, madde ötesinde bir varlıktır. Bu varlık canlıdır ve ne madde, ne de görüntü değildir. Bu varlık vücut görüntümüzü kullanarak önündeki algılarla muhatap olur.
İşte bu varlık “ruh”tur. Allah Kuran’da şöyle bildirir:
Sana ruh’tan sorarlar; de ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.” (İsra Suresi, 85)

29- Muhatap olduğumuz dünya,gerçekte ruhumuzun gördüğü algılar ise,o halde bu algıların kaynağı nedir?

Bu soruya cevap verirken dikkat edilmesi gereken gerçek şudur; biz maddeyi sadece hayalimizde görürüz, dışarıdaki aslı ile hiçbir zaman muhatap olamayız. Madde bizim için bir algı olduğuna göre, “yapay” bir şeydir. Yani bu algının bir başka güç tarafından yapılması, daha açık bir ifadeyle yaratılması gerekir. İçinde yaşadığımız maddesel evreni yaratan ve sürekli yaratmaya devam eden üstün bir Yaratıcı vardır. Nitekim o Yaratıcı, bize indirdiği kitap yoluyla Kendisi’ni, evreni ve bizim neden var olduğumuzu anlatır. O Yaratıcı Allah, kitabının ismi ise Kuran’dır.
Göklerin ve yerin, sabit ve kararlı olmadığı, Allah’ın yaratmasıyla varlık buldukları ve O yaratmayı durdurduğunda yok olacakları bir ayette şöyle ifade edilir:
Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41)

30- Allah’ın herşeyi sarıp kuşatması, biz şah damarımızdan yakın olması nasıl oluyor?

Maddesel varlıklar Allah’ı göremezler, ama Allah, Kendi yarattığı maddeyi her şekliyle görür. Yani biz Allah’ın varlığını gözlerimizle algılayamayız. Ama Allah bizim içimizi, dışımızı, bakışlarımızı, düşüncelerimizi tam olarak kuşatmıştır. O’nun bilgisi dışında, tek bir söz söyleyemeyiz, hatta tek bir nefes dahi alamayız.
Allah’ın bize gösterdiği algıları seyrederken, yani hayatımızı sürerken de bize en yakın olan varlık, Allah’ın Kendisi’dir. Kuran’da yer alan ”Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf Suresi, 16) ayetinin sırrı da bu gerçekte gizlidir. Bir insan kendi bedeninin aslıyla muhatap olduğunu zannettiğinde ve gördüğü her anın zihninde gerçekleştiğini düşünmediğinde, bu önemli gerçeği kavrayamaz. Çünkü “kendi” zannettiği yer beyniyse, dışarısı olarak kabul ettiği yer kendisine 20-30 cm gibi belirli bir uzaklıkta olur. Ama maddenin sadece beynindeki kopyasıyla muahatp olduğunu kavradığında, artık dışarısı, içerisi, uzak, yakın gibi kavramlar anlamsızlaşır. Allah kendisini çepeçevre kuşatmıştır ve ona “sonsuz yakın”dır.

31- Allah sevgisi yeterli değil mi, mutlaka Allah’tan korkmak gerekiyor mu?

Kuran’a göre olan gerçek sevgi beraberinde saygıyı ve Allah’ın beğenmediği şeylerden sakınmayı da getirir. Sadece sevginin yeterli olacağını savunan insanların yaşamlarına ve hareket tarzlarına baktığımızda bu konuda gevşek davrandıklarını görürüz. Oysa samimi olarak Allah’ı seven bir insan herşeyden önce O’nun emirlerine son derece titizlik gösterir, sakındırdığı şeylerden şiddetle sakınır, güzel gördüğü tavırlara yönelir. Sevgisini, yaşamının her anında Rabbimiz’in rızasını arayarak, O’na olan derin saygısı, güveni, boyun eğiciliği ve sadakatiyle gösterir.
Bu titizliğinin bir sonucu olarak, Allah’ın rızasını kaybetmekten, azabına uğramaktan da şiddetle korkar. Yoksa sadece sözlü olarak sevgi iddiasında bulunmak, fakat Allah’ın sınırlarını aşarak pervasızca bir yaşam sürmek, kuşkusuz samimiyetten son derece uzak bir tavırdır. Allah Kuran’da Kendisi’nden korkup sakınmayı emretmiştir:
‘Gönülden katıksız bağlılar’ olarak, O’na yönelin ve O’ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın. (Rum Suresi, 31)

32- Samimi bir müminin Allah korkusu nasıl olmalıdır?

Allah’ın varlığını bilen, O’nu üstün sıfatlarıyla tanıyan her insan Allah’tan şiddetle korkar. Çünkü Allah sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir, ancak bunun yanı sıra Kahhar (kahreden), Hasib (hesap gören), Muazzib (azaplandıran), Muntakim (intikam alan), Saik (cehenneme süren) sıfatlarının da sahibidir. Bu yüzden Müslümanlar Allah’tan içleri titreyerek korkarlar, O’nun azabından emin olunamayacağını bilirler. Yaptıkları her işin hesabının sorulacağının bilincinde oldukları için Allah’ın hoşnut olmayacağı bir tavır göstermekten şiddetle kaçınırlar. Ama şunu da belirtmek gerekir ki, burada söz edilen korku, dinsiz toplumlarda yaşanan klasik korkudan tamamen farklı, mümine huzur veren, onu harekete geçiren, Allah’ı razı etme konusunda şevklendiren bir korkudur. Allah müminlere şunu emretmiştir:
Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Teğabün Suresi, 16)

33- Kuran’ı her okuyan anlayabilir.

Allah Kuran’ı tüm insanlara yol gösterici bir rehber olarak indirmiştir işte bu nedenle Kuran son derece anlaşılır ve açıktır. Allah Kuran’ın bu özelliğini “… Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi” ayetiyle haber vermiştir. (Maide Suresi, 15) Bir başka ayette ise Kuran için şöyle denir:
İşte Biz onu (Kur’an’ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidayete yöneltir. (Hac Suresi, 16)
Kuran’daki hikmetleri görebilmek ve Kuran’ın üstün özelliklerini kavrayabilmek için Kuran’ı okuyan kişinin yüzde yüz samimi olması ve hep vicdanına uygun düşünmesi gerekir.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Müslümanların kendi kişisel yorum ve düşüncelerine göre Kuran’dan hüküm çıkarmaktan şiddetle kaçınmaları gerekir. Bu konularda cevap arayan kimselerin büyük Ehli Sünnet alimler tarafından hazırlanmış ilmihallere başvurması en doğru davranış olacaktır.

34- Kuran ve Peygamberimiz (sav)’in sünneti müminler için tek rehberdir.

Kuran bir müminin ömrü boyunca başvuracağı yegane rehberdir. Allah Peygamberimiz (sav)’in hanımlarına hitaben indirdiği bir ayetinde ”evlerinizde okunmakta olan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın…” (Ahzab Suresi, 34) diye buyurarak, tüm müminleri Kuran’ı okuma konusunda teşvik etmiştir. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi müminler evlerinde Kuran okumakta ve ayetleri de hatırlarında tutmaktadırlar. Ancak önemli olan Kuran ayetlerinin okunarak tamamının hayata geçirilmesi ve büyük bir titizlikle uygulanmasıdır.
Kuran’ın nasıl uygulandığını görmek içinse en doğru kaynak Peygamberimiz (sav)’in hayatı ve uygulamaları yani sünnetidir.

35- Kuran her döneme hitap eder.

Allah Kuran’ı tüm alemlere ve tüm zamanlara bir yol gösterici olarak indirmiştir. Bir ayette şöyle denir:
Bu (Kur’an) insanlar için bir beyan sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür. (Al-i İmran Suresi, 138)
Allah, Kuran’da geçmiş olaylardan örnekler verir ki tarih boyunca yaşayan tüm insanlar bu olaylardan ibret alsınlar ve aynı hataları tekrarlamasınlar. Kuran’da anlatılan olayların herbirinin benzerlerine ise günümüzde de rastlamak mümkündür.

36- Allah Kuran ayetlerini bozulmadan günümüze kadar korumuştur.

Kuran’ı Allah korumuştur ve 1400 senedir hiçbir değişiklik olmadan günümüze kadar gelmiştir. Allah bu gerçeği ayetleriyle bize bildirir:
Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz. (Hicr Suresi, 9)
Rabbinin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O işitendir, bilendir. (En’am Suresi, 115)
Allah’ın bu vaatleri inanan insanlar için yeterlidir. Fakat bunların dışında Allah, Kuran’a birtakım bilimsel ve rakamsal mucizeler koyarak da, onun Hak Kitap olduğunu bize göstermiştir.

37- Kuran’ın bilimsel mucizeleri nelerdir?

Kuran 1400 sene önce vahyedilmiş olmasına rağmen, o dönemde kesinlikle bilinmeyen, günümüzde bilimin ve teknolojinin son imkanları kullanılarak bulunmuş birçok bilimsel gerçeği insanlara bildirmektedir. Kuran’ın bu özellikleri, onun Allah Katından indirilmiş olduğunu son derece açık olarak gösterir. Bu mucizelerden bazıları şunlardır:
Evrenin sürekli genişliyor olması 20. yüzyılın en önemli keşiflerinden biri olarak nitelendirilmektedir. Ancak Allah bu gerçeği bize 1400 sene evvel Kuran’ın Zariyat Suresi’nin 47. ayetinde bildirmiştir:
Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz.
Gökcisimlerinin hesaplanmış bir yörünge üzerinde hareket halinde oldukları bundan asırlar önce Kuran’da şöyle haber verilmiştir:
Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir. (Enbiya Suresi, 33)
Kuran’da Güneş ve Ay’dan bahseden ayetlerin Arapçaları incelendiğinde ilginç bir özellik göze çarpar. Ayetlerde Güneş için “sirac” (lamba) veya “vahhac” (parıl parıl parlayan, yanıp tutuşan) kelimeleri kullanılmıştır. Ay içinse (aydınlatıcı, ışıklı) kavramı vardır. Gerçekten de Güneş kendi içindeki nükleer reaksiyonlar sonucunda büyük bir ısı ve ışık üretirken, Ay sadece Güneş’ten aldığı ışığı yansıtmaktadır. Ayetlerde bu ayrım şöyle geçer:
Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır? Ve ayı bunlar içinde bir nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır. (Nuh Suresi, 15-16)
Kuran’da rüzgarların ‘aşılayıcı’ özelliğinden Hicr Suresi’nin 22. ayetinde şöyle bahsedilir:
Ve aşılayıcı olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık… (Hicr Suresi, 22)
Söz konusu ayette geçen “aşılama” kelimesinin Arapça karşılığı hem bitkilerin, hem de bulutların aşılanması anlamını taşımaktadır. Nitekim modern bilim, rüzgarların her iki işleve de sahip olduğunu göstermiştir.
Başka bir Kuran mucizesine bir ayette şöyle dikkat çekilir:
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor… (Zümer Suresi, 5)
Ayette gecenin ve gündüzün birbirlerinin üzerlerini sarıp-örtmeleri için “tekvir” fiili kullanılmaktadır. Bu fiilin Türkçesi “yuvarlak birşeyin üzerine birşey sarmak”tır. Örneğin Arapça sözlüklerde “başa sarık sarma” gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılmaktadır. Bu ayet, Dünya’nın biçimi konusunda kesin bir bilgi içermektedir. Ancak ve ancak Dünya’nın yuvarlak olması durumunda bu ayette ifade edilen fiil gerçekleşebilir. Yani 7. yüzyılda indirilen Kuran’da, dünyanın yuvarlak olduğuna işaret edilmiştir.

38- Kuran’daki kelime tekrarları ve 19 mucizesi nelerdir?

Kuran’da 19 sayısının ayetlerin içine şifresel bir biçimde yerleştirilmiş olması ve bazı kelimelerin tekrar sayıları gibi rakamsal mucizeler de vardır.
Kuran’da kelime tekrarları: Kuran’da birbiriyle ilgili bazı kelimeler aynı sayıda kullanılmıştır. Örneğin;
Yedi gök” tabiri 7 kere geçmektedir.
Dünya” ve “ahiret” kelimeleri 115′er kez tekrarlanmaktadır.
Gün (yevm)” tekil olarak 365 kere geçerken, çoğul yani “günler (eyyam ve yevmeyn)” kelimeleri 30 defa tekrarlanır. “Ay” kelimesinin tekrar sayısı ise 12′dir.
İman(tamlama almadan) ve küfür kelimeleri Kuran boyunca 25 kere tekrarlanır.
De kelimelerini saydığımızda çıkan sonuç 332. Dediler” kelimesini saydığımızda da aynı rakamı görüyoruz.
Şeytan” kelimesi 88 kere geçiyor. “Melek” kelimesinin tekrar sayısı da 88.
Kuran’da 19 mucizesi:
Müddessir Suresi’nde “Onun üzerinde ondokuz vardır.” (Müddessir Suresi, 30) ayetiyle dikkat çekilen 19 sayısı Kuran’ın bazı ayetlerine şifrelenmiştir. Örneğin;
Besmele 19 harftir.
Kuran 114 sureden oluşur ve 114 ise 19′un 6 katıdır.
Kuran’ın ilk vahyedilen ayetleri 96. surenin ilk 5 ayetidir ve bu ayetlerin toplam kelime sayısı 19′dur.
Son vahyedilen sure olan Nasr, toplam 19 kelimeden oluşur.
Vahyedilen ilk sure 19 ayete sahiptir.
Kuran’da geçen tüm sayıları (tekrarlar dikkate alınmadan) topladığımızda çıkan sayı; 162.146 yani 19×8534′tür.
(Detaylı bilgi için bakınız: www.Kuranmucizeleri.com)

39- Kuran’ın geleceğe yönelik verdiği  haberler nelerdir?

Kuran’da ayrıca ayetlerin rakamsal olarak incelenmesiyle elde edilen başka bir mucize daha vardır: Ebced hesabı.
Bu hesap yöntemi, çok eski tarihlere kadar uzanan ve Kuran indirilmeden önce kullanımı çok yaygın olan bir yazım şeklidir. Arap, Fars ve Türk tarihinde geçen tüm olaylar, harflere rakam değeri verilerek yazılır ve böylece her olayın tarihi de kayda geçilmiş olurdu. Bu tarihler, her kullanılan harfin özel rakam değerlerinin toplanmasıyla elde ediliyordu.
Ebced yöntemiyle, Kuran’da geçen bazı ayetler incelendiğinde, bu ayetlerin anlamlarına uygun olarak birtakım tarihlere denk geldiğini görürüz. Ayetlerde bahsedilen olayların, ebced hesaplarıyla elde edilen tarihlerde gerçekleştiğini gördüğümüzde ise, söz konusu ayetlerde olaya ilişkin gizli bir işaret bulunduğunu anlamış oluruz. Dikkat çekici ebcedlere Kuran’dan verilebilecek birkaç örnek şöyledir:

Hz. Muhammed (sav)’e vahyin başlangıç tarihi

(Bu) Kitabın indirilmesi, üstün ve güçlü olan, hüküm ve hikmet sahibi Allah (Katın)dandır. (Zümer Suresi, 1)
… Kitap Allah’tandır…
MİLADİ: 610 (vahyin başlangıç tarihi)

İstanbul’un fethi

Bilindiği gibi İstanbul dünyanın en güzel şehirlerinden biridir ve bu ebced değeri de son derece dikkat çekicidir.
Andolsun Sebe’ (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var). (Sebe Suresi, 15)
… Güzel bir şehir…
HİCRİ: 857, MİLADİ:1453

Aya çıkış tarihi

Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve ay yarıldı. (Kamer Suresi, 1)
… Saat ve ay yarıldı…
HİCRİ: 1390 MİLADİ:1969

40- Ahiretin varlığını nereden biliyoruz?

Allah şu anda insanları sadece algılarıyla muhatap oldukları, aslını bilmedikleri bir dünyada yaşatmaktadır. Bir algılar bütünü olan bu dünyayı, böylesine kusursuz ve muhteşem bir yaratılışla, derinliği olan, üç boyutlu, rengarenk, ışıl ışıl görüntülerle var eden Allah, kuşkusuz ki bundan çok daha güzelini de yaratmaya güç yetirir.
Allah insanın beyninde şu an nasıl bir dünya görüntüsü oluşturuyorsa, ölümünün ardından da farklı bir boyuta geçirerek, farklı bir ortamın görüntüsünü gösterecektir. İşte insana gösterilen o boyut, ahiret olacaktır.

41-60: Sorular ve Cevaplar

41- Reenkarnasyon ne demektir?

Reenkarnasyon aslı olmayan bir batıl inançtır. Dini inancı olmayan insanların bilinçaltlarındaki “öldükten sonra yok olma endişesi”nin bir sonucu olarak ya da dini inancı zayıf olan kişilerin öldükten sonra ahirete gitme korkularının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Her iki sınıf için de öldükten sonra tekrar dünyaya gelmek kendilerince cazip bir durumdur.
Oysa Kuran’daki pek çok ayette insanın imtihan edildiği tek bir dünya hayatının olduğu vurgulanır. Ayrıca ayetlerde ölümden sonra dünyaya dönüş olmadığı da bildirilmektedir. Bir ayette insanın sadece bir kez öleceği şöyle haber verilir:
Orda, ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. (Duhan Suresi, 56)

42- Ölüm bir yok oluş mudur?

Ölüm insanlar için bir yok oluş değil, ebedi olan, asıl gerçek olan ahiret yurduna bir geçiştir. Ölümle birlikte dünya ortamı ve bu ortamda bulunan bedenle ilişki kesilir. İnsanın bedeni ile ruhunun bağlantısı kesilip de, ruhu ahiretteki görüntülerle muhatap olmaya başlayınca yani insan ölünce, gözünün önündeki perde kalkar ve ölümün sandığı gibi bir yok oluş olmadığını anlar. Her gün uykudan uyanarak güne başladığı gibi, öldükten sonra da dirilerek ahiret hayatını yaşamaya başlar. “Dirilten ve öldüren O’dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: “Ol” der, o da hemen oluverir.” (Mümin Suresi, 68) ayetiyle haber verildiği gibi, insanların ahirete geçişi Allah’ın tek bir “Ol” demesiyle olur.

43- Ölüm anında neler yaşanır?

Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar. (Casiye Suresi, 21)
İnsanın ölümünün nasıl gerçekleştiği Kuran’da detaylı olarak tarif edilmiştir. Kuran’da tarif edilen ölüm, bedenin tıbben ölümünden farklıdır. Kuran’da ölüm anında ölecek kişi tarafından görülen ama diğer insanlar tarafından görülemeyen bazı olayların gerçekleştiği haber verilir.
Örneğin Allah’ın varlığını takdir edememiş, inkarcı bir insan, uykusu sırasında rahat bir şekilde ölmüş gibi gözükebilir. Oysa gerçekte o anda başka bir boyuta geçen ruhu, büyük acılar içinde ölümü tatmaktadır. Ya da tam tersine, acı çektiği sanılan bir müminin ruhu, aslında ayetlerde bildirildiği gibi bedeninden melekler tarafından güzellikle alınmaktadır.
İnkarcılarla iman edenlerin ölümleri sırasında yaşadıkları olaylar da birbirinden tamamen farklıdır. Ayetlerde inkarcıların ölüm anında;
-Sırtlarına ve yüzlerine vurularak canlarının alınacağından,
-Şiddetli sarsıntılar hissedeceklerinden,
-Meleklerin ebedi azaplarını müjdeleyeceklerinden,
-Canlarının bedenlerinden yırtarcasına çıkarılacağından bahsedilir.
Müminlerin ise;
-Ruhları bedenlerinden yumuşak bir şekilde çekilip alınacaktır.
-Melekler tarafından güzellikle ve selamla karşılanacaklardır.
-Melekler cennetle müjdeleyerek canlarını alacaktır.

44- Evren de ölümlü müdür?

Allah Kuran’da evrendeki tüm yaratılmışların dışında evrenin de bir ölümünün olduğunu bildirir. Tüm hayvanlar ölür, bitkiler ölür, insanlar ölür. Gezegenler de ölür, yıldızlar ve Güneş de ölür. Tüm maddesel varlıklar kıyametle birlikte ölür, yok olur. Evrenin ölümü olan kıyamet, insanın daha önce hiç karşılaşmadığı kadar büyük bir olaydır. Kuran’da kıyamet günü şöyle bildirilir:
Kıyamet günü ne zamanmış diye sorar.Ama göz ‘kamaşıp da kaydığı,’Ay karardığı,Güneş ve ay birleştirildiği zaman; İnsan o gün: Kaçış nereye? der.Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok.O gün, ‘sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)’ yalnızca Rabbi’nin Katıdır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. (Kıyamet Suresi, 6-13)

45- Kıyameti o güne kadar yaşamış herkes görecek mi; yoksa yalnızca o an yaşayanlar  mı görecek?

Kıyamet Sur’a üfürülmesiyle birlikte başlar. Büyük bir sarsıntı ve kulakları patlatırcasına gelen bir gürlemeyle birlikte yeryüzündeki tüm insanlar korkunç bir felaketle karşılacaklarını anlarlar. Yer ve gök paramparça edilir ve tüm maddesel evren ölür. Yeryüzünde canlı hiçbir varlık kalmaz. Sur’a ikinci kere üfürülmesiyle birlikte insanlar dirilirler ve mezarlarından çıkarılırlar. (Zümer Suresi, 68)
Bu dirilişten sonra gelişen olaylara yaratılmış olan tüm insanlar şahit olurlar.
Ancak Allah kıyamet gününün korkusundan müminleri güvenlik ve huzur içinde tutacağını bildirmiştir:
Kim bir iyilikle gelirse, artık kendisine daha hayırlısı vardır ve onlar, o günün korkusuna karşı güvenlik içindedirler. (Neml Suresi, 89)

46- Hesap gününde nasıl bir sorgulama olacak?

Hesap gününde herkes tek başına sorgulanacaktır. Hesap günü insana dünya hayatı boyunca yaptığı herşey, hiçbir şey eksik tutulmadan gösterilecektir. “… bir hardal tanesi ağırlığında olsa, (bu) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir. Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır.” (Lokman Suresi, 16) ayetinde de bildirildiği üzere insanın yaptığı hiçbir şey gizli kalmayacaktır. Bir insan dünya hayatında yaptıklarını unutabilir ancak Allah hiçbirini unutmaz ve hesap gününde insanın önüne getirir. Hesap gününde herkesin eline amel defterleri verilir. Aynı zamanda insanların iyiliklerini ve kötülüklerini tartan hassas teraziler de ortaya konmuştur ve bu hesapta zerre ağırlığınca bile kimseye bir haksızlık yapılmaz. Hesap esnasında insanın işitme ve görme duyuları ve derileri aleyhinde şahitlikte bulunacak, ve dünya hayatında yaptıklarına şahit olanlar da şahit olarak getirileceklerdir. İnkarcılar zorlu bir sorgulamadan sonra cehenneme sevkedileceklerdir. Müminler içinse kolay bir hesap olacaktır ve sorgulamadan sonra sevinç ve kurtuluşun coşkusuyla cennete gireceklerdir.
47- Hesap gününde insanlar birbirlerinin günahlarını yüklenebilirler mi?
Allah Kuran’da bize, hesap gününde herkesin kendi yaptıklarından sorguya çekileceğini bildirmiştir. Dünyada yapmış oldukları, herkese teker teker gösterilecek ve -Allah’ın izni dışında- hiç kimse bir diğerine yardım edemeyecektir. Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle haber verir:
Hiçbir günahkar bir başka günahkarın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın-akrabası da olsa- kendisine ondan hiçbir şey yükletilmez… (Fatır Suresi, 18)

48- Bir insan ahirette gerçekleri gördüğünde, yaptıklarını telafi etmek isterse böyle bir imkanı olabilir mi?

O gün hiçbir şey için telafi imkanı yoktur. Ölümden sonra iman etmek hiç kimseye kurtuluş sağlamayacaktır. İnkarcılar ayetlerde de bildirildiği üzere hesap gününde kendilerinden her isteneni yapmak için yalvaracaklar, ancak onlardan artık hiçbir şey kabul edilmeyecektir. Dünyaya geri dönüp salih amellerde bulunmayı dileyeceklerdir, ancak bu istekleri de reddedilecektir. Telafi imkanı kalmadığını anladıklarında ise inkarcıları dayanılmaz bir pişmanlık saracaktır. Burada yaşanan çaresizlik ve pişmanlık duygusu ise, dünyadaki hiçbir şeye benzemez. Çünkü inkarcılar sonsuza kadar, Allah’ın dilemesi dışında, en ufak bir kurtuluş ümitleri olmadan cehennem azabında yaşayacaklarını anlayacaklardır:
Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: “Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz’in ayetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık.” Hayır, önceden saklı tuttukları kendilerine açıklandı. Şayet (dünyaya) geri çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten kafirlerdir. Onlar dediler ki: “Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. Ve bizler diriltilecek değiliz.” Rablerinin karşısında durdurulduklarında onları bir görsen: (Allah:) “Bu, gerçek değil mi?” dedi. Onlar: “Evet, Rabbimiz hakkı için” dediler. (Allah:) “Öyleyse inkar edegeldikleriniz nedeniyle azabı tadın” dedi. (Enam Suresi, 27-30)
Böyle olmakla beraber Allah’tan bir rahmet olarak Peygamber Efendimiz (sav)’nin şöyle bir hadisi de vardır:
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdular: “Kalbinde zerre miktar iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır.” Ebu Said der ki: “Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: “Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz…” (Nisa Suresi, 40) (Tirmizi, Sıfatu Cehennem 10, (2601))

49- Cehennem nasıl bir yerdir?

Cehennem inkarcılar için her türlü sıkıntı, zorluk ve azabın yaşandığı ve bunların sonsuza kadar da tükenmediği bir yerdir. Kuran’da cehennem için şöyle denir:
Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir. Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir. Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. Orada ne serinlik tadacaklar, ne bir içecek. Kaynar sudan ve irinden başka. (İşlediklerine) Uygun olan bir ceza olarak. (Nebe Suresi, 21-26)

50- Kuran ayetlerinde cehennemle ilgili neler bildirilmiştir?

Kuran ayetlerinde cehennemde tam anlamıyla bir hayat olduğu haber verilir. Ancak bu hayat her türlü aşağılanmanın, rezilliğin, sefilliğin, fiziksel ve psikolojik eziyetlerin yaşandığı bir hayattır.
İnsanın dünya hayatında sahip olduğu kıstaslar, cehennem azabını tam olarak kavramaya yeterli değildir. İnkarcılar cehennemde her yönden, maddi manevi büyük bir azap yaşarlar. Üstelik bu azapta hiçbir kesinti veya hafifleme olmaz. Ayetlerde şöyle denir:
Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir: Başın derisini kavurup-soyar. Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur. (Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üstüste) yığmakta olanı. (Mearic Suresi, 15-18)

51- Cennet nasıl bir yerdir?

Cennet Allah’ı çok seven, Allah’tan gönülden korkan, çok samimi olan, Kuran ayetlerine uyan, Allah’ın emirlerini yerine getiren, yaşamını O’nun rızası için geçiren insanların sonsuza kadar yaşayacakları, istedikleri herşeye sahip olarak mutluluk içinde yaşam sürecekleri bir yerdir. Cennette insan, aklına gelen her türlü güzelliğe dilediği anda sahip olabilecek, dilediğini dilediği anda yapabilecektir. İnsan nefsinin arzu edeceği ve zevk alacağı herşey ve daha fazlası cennette mevcuttur. Ayetlerde inananların göreceği güzel karşılık şöyle haber verilmiştir:
Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız. Ki onlar, Benim ayetlerime iman edenler ve Müslüman olanlardır.Siz ve eşleriniz cennete girin; ‘sevinç içinde ağırlanacaksınız’.Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız.İşte, yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur. (Zuhruf Suresi, 68-72)

52- Cennete kimler gider?

… Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 22)
Yukarıdaki ayette Allah’ın cenneti vaat ettiği müminlerin diğer bazı özellikleri Kuran’da şöyle belirtilmiştir:
İman edip salih amellerde bulunanlar (Bakara Suresi, 25)
Allah’tan korkup sakınanlar (Al-i İmran Suresi, 15)
Öfkelerini yenenler (Al-i İmran Suresi, 134)
Yaptıkları (kötü şöylerde) bile bile ısrar etmeyenler (Al-i İmran Suresi, 135)
Allah’a ve elçisine itaat edenler (Nisa Suresi, 13),
Namazı kılanlar, zekatı verenler, elçilere inanan, onları savunup destekleyenler (Maide Suresi, 12)
Doğru sözlü olanlar (Maide Suresi, 119)
Güzel davranışlarda bulunanlar (Yunus Suresi, 26)
Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar (Hud Suresi, 23)
Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler (Müminun Suresi, 8)
Tevbe edenler (Meryem Suresi, 60)
Namazlarını (titizlikle) koruyanlar (Müminun Suresi, 9)
Hayırlarda yarışanlar (Fatır Suresi, 32)
Takva sahibi olanlar (Muhammed Suresi, 15)
Gönülden Allah’a yönelip dönenler (Kaf Suresi, 32)
Görmedikleri halde Rahman’a karşı içleri titreyerek korku duyanlar ve içten Allah’a yönelmiş bir kalp ile gelenler (Kaf Suresi, 33)

53- Gerçek iyilik nedir?

Toplum içinde insanların belirlediği bir “iyilik” kavramı vardır. Yolda gördüğü dilenciye para veren, insanlara sürekli güleryüz gösteren, ufak tefek işlere yardımcı olmaya çalışan insanlar “iyi insan” olarak tanımlanırlar. Elbette bunlar güzel ve iyi davranışlardır, ancak Allah’ın hoşnut olacağı iyilik sınırlı bir kavram değildir. Samimi olarak iman eden ve tüm yaşamını Allah’ın razı olacağı şekilde düzenleyen insan gerçekten “iyi insan”dır. Allah gerçek iyiliğin ne olduğunu bir ayetinde şöyle açıklamıştır:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)

54- Kuran’daki sevgi anlayışı nasıldır?

Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda, insanların birbirlerine sevgi ve saygı duymaları için çok daha farklı değerler söz konusudur. Aynı kültürü paylaşmak, mevki sahibi olmak, güzel olmak, şık giyinmek gibi. Elbette bu tarz dünyevi değerleri temel alan bir sevgi, gerçek sevgi değildir. Saygı da gerçek saygı değildir. Çünkü karşı taraf bu imkanları yitirdiğinde, çok şiddetli olduğunu iddia ettikleri sevgi de bir anda yok olur. Ancak müminlerin asıl amacı Allah’ın hoşnutluğudur. Allah’a olan sevgilerinden dolayı Allah’ın yarattıklarına karşı da bir sevgi ve muhabbet duyarlar. Bu sevgileri ise, eksikliklerle, zorluklarla, yokluklarla azalmaz, maddi değerlere göre şekillenmez. Allah’ın hoşnut olmadığı ahlaktan da kesinlikle zevk almazlar veya böyle kötü bir ahlakı yaşayan kişiye karşı kalplerinde bir yakınlık duyamazlar. Bu durum Kuran’da şöyle bildirilir:
Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun… (Mücadele Suresi, 22)

55- Müminlerin hep birlikte olmalarının nedenleri nelerdir?

Allah Kuran’ın birçok ayetinde müminlerin birlikte olmalarını, dünya hayatını isteyerek müminlerden başka yöne yönelmemelerini emretmektedir. Ayrıca bir ayette müminlerin dağılıp ayrılmaması da emredilmektedir:
Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)
Hayatını Kuran’a göre yaşayan bir insan elbette ki Allah’ın tüm emirlerine uyduğu gibi bu emirlere de uymakla yükümlüdür. Müminlerle birlikte olmak ise her insan için büyük bir güzellik ve destektir. Örneğin Hz. Musa Allah kendisine peygamberlik görevini verdikten sonra kardeşi Hz. Harun’u da yanına destek olarak istemiştir. Müminler sürekli birbirlerine Allah’ı hatırlatırlar, birbirlerini kötülüklerden veya hatalardan alıkoyarlar, her konuda birbirlerine destekçi ve yardımcıdırlar. Ayrıca tüm insanlar içinde en güzel ahlaka sahip, daima vicdanlı davranan insanlar müminlerdir. Dolayısıyla onların bulunduğu yerler en güvenilir, en huzurlu ortamlardır.

56- Allah inananlara dünyada nasıl bir yaşam vaat etmiştir?

Allah’a iman eden insanların ahiretteki yaşamları gibi dünyadaki yaşamları da güzelliklerle doludur. Allah güzel davranışlarda bulunanlara dünyada da karşılığının fazlasıyla verileceğini ayetlerinde müjdelemiştir:
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)

57- Allah’a nasıl dua edilir? Duanın belli bir yeri, zamanı ya da şekli var mıdır?

Allah’a dua etmenin belli bir yeri, şekli veya zamanı yoktur. Allah bize şah damarımızdan daha yakındır ve her aklımızdan geçeni, her düşündüğümüzü, bilinçaltımızı, herşeyimizi bilir ve görür. Bu nedenle her an, yolda yürürken, bir iş üzerindeyken, yemek yerken, otururken, ayaktayken- Allah’a dua ile yönelebilir, O’ndan yardım isteyebiliriz. Allah dua eden kişinin tavrının nasıl olması gerektiğini ise Kuran’da şöyle bildirmektedir: ”Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin…” (Araf Suresi, 55) Asıl önemli olan, duanın, sadece Allah’a yönelerek edilmesi ve içten olmasıdır.

58- Allah her duayı kabul eder mi?

Allah Kendisi’ne seslenen herkesin çağrısını duyar ve karşılık verir. Bu gerçeği, “Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm…” (Bakara Suresi, 186) ayetiyle haber vermiştir.
Allah Kuran’da “sıkıntı ve ihtiyaç içinde” Kendisi’ne dua edenin duasını kabul edeceğini bildirir. Bu, bir insanın dua ettiği şeyi içtenlikle, samimi olarak istediğinin bir göstergesidir.
Ancak şunu unutmamak gerekir ki insanlar her zaman kendileri için hayırlı ve güzel olanı tespit edemeyebilirler. Bizim kendimiz için hayır sandığımız şey bizim için hayır olmayabilir.  Allah bizim bilmediklerimizi bildiği, herşeyi kontrolü altında tuttuğu için, bazen böyle duaları kabul etmeyip, zamanı geldiğinde daha hayırlısını bize verebilir. Ayrıca insan aceleci yaratılmıştır ve bazen istediklerinin hemen gerçekleşmesi konusunda da aceleci davranır. Ancak Allah duaya vereceği karşılığı erteleyebilir. Yüce Allah’ın takdiri her zaman en güzelidir ve mutlaka hayırlıdır. Her durumda insan güzel bir sabırla sabretmelidir.

59- Allah’a nasıl tevbe edilir? “Tevbe ettim demek yeterli midir?

İnsanın işlediği günahlarından veya hatalarından dolayı samimi olarak Allah’a tevbe ettiğini söylemesi, Allah’tan bağışlanma dilemesi ve bir daha tekrarlamamaya niyet etmesi yeterlidir.  Allah şöyle bildirir:
Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 39)

60- Allah her tevbeyi kabul eder mi?

Allah samimi olarak yapılan ve insanın samimi olarak hatasını tekrarlamamaya niyet ettiği, tevbesinin ardından tavrını düzelttiği her tevbeyi kabul eder. Günahın büyük veya küçük olması gibi bir ayrım söz konusu olmaz. Önemli olan kesin olarak o tavrı düzeltmeye karar vermektir. Allah’ın tevbe ile ilgili hükmü şöyledir:
Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. (Nisa Suresi, 17)

61-80: Sorular ve Cevaplar


61- Nasıl olsa tevbe ettiğimde Allah beni affedeceğine göre, herşeyi yapar sonra da tevbe ederim demek doğru bir düşünce midir?

Bu, birçok insanın yanılgıya düştüğü son derece samimiyetsiz bir düşüncedir. Allah tüm kalpleri, kalplerdeki gizlinin gizlisini bilir. Allah ancak yaptığından samimi olarak pişmanlık duyan ve tavrını kesin olarak düzelten kişinin tevbesini kabul edeceğini bildirmiştir. Nasıl olsa Allah beni bağışlar diyerek günaha girenler ahirette her yaptıklarından dolayı sorgulanacaklar ve bir karşılık göreceklerdir.
Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: “Ben şimdi gerçekten tevbe ettim” diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 18)

62- Namaz neden önemlidir?

İmandan sonra gelen en önemli ibadetlerden olan beş vakit namaz, müminlere hayatları boyunca sürdürmeleri emredilen, vakitleri belirlenmiş bir ibadettir.
İnsan unutmaya ve gaflete düşmeye müsait bir varlıktır. İradesini kullanmayıp kendini günlük olayların akışına kaptırırsa asıl dikkatini vermesi ve aklında tutması gereken konulardan uzaklaşır. Allah’ın her yönden kendisini sarıp kuşattığını, her an kendisini izlediğini, işittiğini, yaptığı herşeyin hesabını Allah’a vereceğini, ölümü, cennetin ve cehennemin varlığını, kaderin dışında hiçbir olayın meydana gelmeyeceğini, karşılaştığı herşeyde, her olayda bir hayır olduğunu unutur. Gaflete düşerek, hayatının gerçek amacını hatırından çıkarabilir.
Günde beş vakit kılınan namaz ise, bu unutkanlık ve gafleti yok eder, müminin bilincini ve iradesini canlı tutar. Müminin sürekli olarak Allah’a yönelip dönmesini sağlar ve Yaratıcımız olan Allah’ın emirleri doğrultusunda bir yaşam sürdürmesine yardımcı olur. Namaz kılmak için Allah’ın huzurunda duran mümin, Rabbimiz ile güçlü bir manevi bağlantı kurar. Namazın insana Allah’ı hatırlattığı ve insanı her türlü kötülükten alıkoyduğu bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Sana Kitap’tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)

63- Diğer peygamberlere de namaz emredilmiş midir?

Namaz ibadeti, başta peygamberler olmak üzere tüm iman edenlere farz kılınmış bir ibadettir. Tarih boyunca insanlara gönderilmiş olan peygamberler kavimlerine Allah’ın farz kıldığı bu ibadeti tebliğ etmişler, kendileri de hayatları boyunca bu ibadeti en güzel ve en doğru şekilde uygulayarak tüm müminlere örnek olmuşlardır.  Kuran’da, peygamberlere namaz kılmalarının emredilmesi, onların bu ibadete verdikleri önem, bu ibadeti yerine getirmede ve korumada gösterdikleri titizlik, kavimlerine namaz kılmayı emretmeleri ile ilgili pek çok ayet yer alır. Bu ayetlerden bazı örnekler şöyledir:
- Hz. İbrahim için:
Rabbim, beni namazı(mda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. (İbrahim Suresi, 40)
- Hz. İsmail için:
Kitap’ta İsmail’i de zikret. Çünkü o, va’dinde doğruydu ve gönderilmiş (Resul) bir peygamberdi. Halkına, namazı ve zekatı emrediyordu ve o, Rabbi Katında kendisinden razı olunan (bir insan)dı. (Meryem Suresi, 54-55)
- Hz. Musa için:
Gerçekten Ben, Ben Allah’ım, Ben’den başka İlah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl. (Taha Suresi, 14)
Mümin kadınlara örnek olarak gösterilen Hz. Meryem’e de namaz kılması emredilmiştir:
Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et. (Al-i İmran Suresi, 43)
Allah’ın kelimesi olan Hz. İsa da aynı emri almıştır:
(İsa) Dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı.” Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti. (Meryem Suresi, 30-31)

64- Namaz hangi vakitlerde farz kılınmıştır?

Kuran’da, namazın müminlere vakitleri belirlenmiş bir ibadet olarak farz kılındığı bildirilmektedir. Ayette şöyle buyurulur:
Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık ‘güvenliğe kavuşursanız’ namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü’minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır. (Nisa Suresi, 103)
Namaz vakitleri, sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere beş vakitten oluşmaktadır. Namaz vakitleri pek çok Kuran ayetinde açıkça bildirilmiştir. Bunlardan biri şöyledir:
Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin. (Taha Suresi,130)
Allah’ın vahiy ve ilhamıyla Kuran’ı en iyi anlayan ve tefsir eden Peygamber Efendimiz de (sav) beş vakit namazın gün içindeki başlangıç ve bitiş zamanlarını müminlere tarif etmiştir. Namaz vakitlerinin bildirildiği hadis-i şeriflerden biri İbn-i Abbas’ın bildirdiği hadis-i şeriftir:
Resulullah buyurdu ki: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Cibril (aleyhisselam) bana, Beytullah’ın yanında, iki kere imamlık yaptı. Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra, ikindiyi herşey gölgesi kadarken kıldı. Sonra akşamı güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya yemek haram olunca kıldı. İkinci sefer öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde herşeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi, herşeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı, önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri gidince kıldı. Sonra sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı. Sonra Cibril (aleyhisselam) bana yönelip: ‘Ey Muhammed Bunlar senden önceki peygamberlerin (aleyhimüssalatu vesselam) vaktidir. Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır!’ dedi.
Gerek Kuran ayetleri, gerek Peygamber Efendimiz (sav)’in sahih hadisleri, gerekse İslam alimlerinin açıklamaları ile, namazın beş vakit olduğu sabit ve tartışma götürmez bir gerçektir.
Beş vakit namaz farz, vacib ve sünnetleriyle 40 rekattan oluşmaktadır. Bu rekatların namaz vakitlerine göre dağılımı ise aşağıdaki gibidir:
- Sabah Namazı: 2 rekat sünnet, 2 rekat farz
- Öğle Namazı: 4 rekat ilk sünnet, 4 rekat farz, 2 rekat son sünnet
- İkindi Namazı: 4 rekat sünnet, 4 rekat farz
- Akşam Namazı: 3 rekat farz, 2 rekat sünnet
- Yatsı Namazı: 4 rekat ilk sünnet, 4 rekat farz, 2 rekat son sünnet, 3 rekat vitr namazı

65- Huşu içinde namaz nasıl kılınır?

Huşu, ‘saygı dolu korku’ anlamına gelir. Namazı huşu içinde kılmak ise Yüce Rabbimiz’in huzurunda O’nun heybet ve azametini kalbimizde hissederek, O’na saygı dolu bir korku besleyerek bu ibadeti yerine getirmektir. Namazda, Alemlerin Rabbi olan Allah’ın huzurunda durduğunun bilincinde olan bir mümin, elbette ki bu güçlü heybet ve korkuyu içinde yaşayacak ve Allah’a bu korkusu ve saygısı ölçüsünde yakınlaşacaktır.
Namaz ibadetini hakkıyla yerine getirmek isteyen bir mümin huşuyu engelleyebilecek şeylere karşı önlem almalı, namazda gereken dikkat ve konsantrasyonu sağlamaya azami titizlik göstermelidir.
Rabbimiz, Kendi huzurunda durduğumuzda, yalnızca O’nu anmamızı, O’nu yüceltmemizi ve bütün eksikliklerden münezzeh tutarak O’nu birlememizi buyurmaktadır. Bunun için Ehli Sünnetin ittifakla kabul ettiği namaz dualarının namazda okunması gerekir. Namazı dosdoğru kılmak Rabbimiz’i gönülden yüceltmek için büyük bir fırsattır. Nitekim ayette Allah Kendisi’ni zikretmek için namaz kılınmasını buyurmaktadır:
Gerçekten Ben, Ben Allah’ım, Ben’den başka İlah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl. (Taha Suresi, 14)

 66- Din ahlakını yaşamaya başlayan insanın kendinde neleri değiştirmesi gerekir?

Din ahlakını yaşamaya başlayan insanın Allah’ın emirlerini uygulamak, ibadetlerini yerine getirmek dışında kendinde yapacağı en önemli değişiklik daima vicdanına uyarak güzel ahlaklı yaşaması olacaktır. Her insanın dini tanımadan önce alıştığı bir karakteri ve bir yaşam şekli olabilir. Ancak din ahlakını yaşamaya başladığında iyi olan huylarını Allah’ın rızası için devam ettirmeli, Kuran’a uymayan yönlerini ise derhal terkederek Kuran ahlakını benimsemelidir.(www.Kuranahlaki.com)
Müminlerin arasında ayrı dünya görüşleri veya yaşam şekilleri, farklı bakış açıları olmaz. Tek kıstas Kuran ve sünnettir ve örnek alınacak kişiler de, başta Peygamber Efendimiz (sav) olmak üzere Allah’ın Kuran’da örnek olarak gösterdiği elçiler ve salih müminlerdir.

67- İslam’ı yaşamaya başladıktan sonra geçmiş hayatımda işlediğim günahlardan Allah Katında sorumlu olur muyum?

Bir insan uyarılmadan önce din konusunda bilgisiz sayılır, neyin doğru neyin yanlış olduğunu gerçek anlamda bilemez. Bu nedenle bir daha aynı günahlara ve hatalara dönmemek üzere tevbe edip Allah’tan bağışlanma dilerse, herhangi bir sorumluluğu kalmayacaktır. Allah Katında önemli olan hatalarda ve günahlarda ısrarcı davranmamaktır. Allah inananlara bunu Kuran’da şöyle müjdelemiştir:
İman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz şüphesiz onların kötülüklerini örteceğiz ve şüphesiz yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğiz. (Ankebut Suresi, 7)

68- İslam ahlakını başkalarına da anlatmak gerekir mi?

Allah tüm insanları İslam dinini yaşamakla sorumlu kılmıştır. Dinin varlığından haberdar olan her insan, ahirette Kuran’a uyup uymadığından sorulacaktır. Bu yüzden Allah’ın emrettiği din ahlakını yaşayan insanların, Kuran’ın gereği olan güzel ahlakı diğer insanlara da anlatması, onları doğru olana çağırması, insanlara iyiliği tavsiye etmesi ve onları kötülüklerden uzaklaştırması gerekir. Allah Kuran’da insanlara şöyle emretmiştir:
Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)

69- Allah’ın beğendiği sabır nasıl olur?

Kuran’da insanın Allah için sabretmesi bildirilmiştir. Bir ayette Rabbimiz, ”Rabbin için sabret” (Müddessir Suresi, 7) şeklinde emretmiştir. İnsanın Allah’ın rızasını kazanmak için gösterdiği güzel ahlakta, yaptığı hayırlı işlerde en önemli özelliklerinden biri sabırdır.
Ancak, sabır ile “tahammül” kavramlarını birbirinden ayırmak gerekir. Tahammül, hoşa gitmeyen, acı veren bir sıkıntıya katlanma eylemidir. Oysa Kuran’da kastedilen sabır, mümin için bir sıkıntı kaynağı değildir. Mümin, Allah’ın rızasını kazanmak için sabreder, dolayısıyla sabrından dolayı bir sıkıntıya kapılmaz, aksine manevi bir haz duyar.
Ayrıca sabır, Kuran’da anlatılan tüm mümin özelliklerini de kapsayan bir vasıftır. Çünkü bir insan; mütevazi, cömert, fedakar, itaatkar olabilir, fakat bu özellikleri sürdürme konusunda sabır gösterirse bunların gerçek bir değeri olur. Yani sabır, diğer tüm mümin vasıflarını değerli ve geçerli kılan bir vasıftır.

70- Tevekkül ne demektir?

Tevekkül, yeryüzündeki tüm olayların Allah’ın kontrolünde gerçekleştiğini, O dilemeden hiç kimsenin kendisine yarar veya zarar dokunduramayacağını bilen insanın, Allah’a güvenip dayanmasıdır. Müminler Allah’ın herşeye güç yetiren olduğunu, O’nun tek bir “Ol” demesiyle herşeyin gerçekleşmesinin mümkün olduğunu bilirler ve karşılaştıkları zorluklarda asla ümitsizliğe kapılmazlar. Ne şartlar altında olursa olsun Allah’ın kendilerine mutlaka yardım edeceğini, dünyada ve ahirette kolaylık dileyeceğini bilirler. Bundan kaynaklanan bir iç huzuru ve neşe içerisinde yaşamlarını sürdürürler.
Müminin üzerine düşen, olaylar karşısında sadece Allah’ın istediği tepkileri vermek, sonucunu ise Allah’tan beklemektir. Ayetlerde, yalnızca inananların kavrayabildiği bu büyük sır şöyle ifade edilir:
… Kim Allah’tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir; Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 2-3)

71- Takva nedir? Takva sahipleri kimlerdir?

Takva; Allah’ın emirlerine ve tavsiyelerine uymak, aksi düşünce ve davranışlardan sakınmak ve korunmaktır. Kuran’da Allah’ın hükümlerine kesin bir bilgiyle iman eden ve bu konuda tavizsiz bir kararlılık gösteren müminler “takva sahipleri” olarak nitelendirilir. Allah bir ayetinde; “… Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden korkup-sakının.” (Bakara Suresi, 197) diyerek takvanın önemini bildirmektedir.

72- Allah Katında üstünlük neye göredir?

Allah Katındaki üstünlük, bir insanın ırkına, malına, mevkisine, güzelliğine veya sahip olduğu herhangi bir şeye göre değil, yalnızca Allah’a olan yakınlığına yani takvasına göredir. Bir ayette şöyle haber verilir:
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)

73- Derin düşünme nasıl olur?

Allah’a iman edenlerin en önemli özelliklerinden biri, Allah’ın yarattığı delilleri görebilmeleridir. Mümin çevresindeki her incelikte Allah’ın kudretini ve sanatını görür, O’nu tesbih eder ve O’na yakınlaşmaya yol bulur. Müminlerin bu özelliği Kuran’da şöyle anlatılır:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 191)
Allah, Kuran’ın birçok yerinde “düşünmez misiniz”, “düşünenler için deliller vardır” ifadeleriyle müminlere derin düşünmenin önemini vurgular. Düşünülecek konular ise sınırsızdır. Mümin, evrendeki olağanüstü düzen, yeryüzündeki canlılar, bunların sahip olduğu kusursuz sistemler, insanın başına gelen herhangi bir olay, Allah’ın durmaksızın yarattığı nimetler, inkarcılara verilen belalar, cennet, cehennem, sonsuzluk gibi pek çok konu üzerinde düşünür ve Allah’ın varlığını, yüceliğini, sonsuz aklını daha iyi takdir eder.

74- Din ile bilim birbiriyle uyumludur.

Din kesinlikle bilimle çelişmez. Bilim, Allah’ın sanatını görme ilmidir. Dini ve bilimi yaratan Allah’tır, dolayısıyla ikisinin arasında bir uyumsuzluk veya çelişki olması mümkün değildir. Allah’ın 1400 sene önce yeryüzüne indirdiği Kuran’da bazı bilimsel açıklamalar yer almaktadır ve bunlar ancak 20.yy teknolojisi ile keşfedilen bazı bilimsel gerçeklerdir. Dinin bilimle çeliştiği iddiası, Allah’ı inkar edenlerin insanlara kendi akıllarınca din konusunda şüphe vermek için ortaya attıkları bir yalandır.

75- Allah’a ve dine inanan bilim adamları kimlerdir?

Bilimsel araştırmalar yapan insanların birçoğu evrendeki tüm varlıklarda bulunan son derece kompleks yapıları, kusursuz düzeni, her varlık arasındaki uyumu bizzat kendi gözleriyle ve tüm detaylarıyla görmektedirler. Bu insanların Allah’ın varlığını ve büyüklüğünü anlamaları kaçınılmazdır. Kuran’da “… Kulları içinde ise Allah’tan ancak alim olanlar ‘içleri titreyerek-korkar…’ ” (Fatır Suresi, 28) ayetiyle de bu gerçeğe dikkat çekilmektedir.
Allah’ın ihtişamlı yaratışının apaçık delillerini görmelerine rağmen vicdanlarının sesini dinlememekte ve inkarda direnen bazı bilim adamları ise büyük bir yanılgı içindedirler. Bu kimselerin söz konusu tutumlarının kaynağı ideolojiktir.
Geçmişte ve günümüzde birçok ünlü bilim adamı Allah’a ve dine olan inançları ve bağlılıkları ile tanınmaktadır. Bu bilim adamlarından bazıları şöyledir: Einstein, Newton, Pascal, Galile, Max Planck, Faraday, Kelvin, Maxwell, Kepler, William Thompson, Robert Boyle, Iona William Petty, Michael Faraday, Gregory Mendel, Louis Pasteur, John Dalton, Blaise Pascal, John Ray…
Yine günümüzde de birçok bilim adamı Allah’ın varlığını tasdik etmekte, hatta bilimi Allah’ı tanımanın bir yolu olarak görmektedirler. İnsan Genomu Projesi’nin yöneticilerinden Francis Collins ve uzun yıllar ateist olmasına rağmen sonradan iman ettiğini açıklayan filozof Anthony Flew bunlardan bazılarıdır.(http://www.imanedenbilimadamlari.com/)

76- Allah’a nasıl şükredilir?

Allah’ın verdiği tüm nimetlere şükretmek önemli bir ibadettir. Ancak sözlü olarak şükretmenin yanında, Allah’ın verdiği nimetleri Allah’ın hoşnut olacağı şekilde, israf etmeden, hayır ve güzellik için kullanmak da fiili bir şükür olacaktır. Ayrıca insanın Allah’tan gelecek herşeye muhtaç olduğunu bilmesi, sahip olduğu hiçbir şeyin kendisine ait olmadığını, Allah’ın kendisine verdiğini unutmaması ve bunlar için sürekli şükretmesi gerekir. Kuran’da şöyle bildirilir:
Öyleyse Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O’na kulluk ediyorsanız Allah’ın nimetine şükredin. (Nahl Suresi, 114)

 77- Şeytan nasıl bir varlıktır?

Şeytan Allah’ın yarattığı cinlerden biridir. Allah ilk insan olan Hz. Adem’i yarattıktan sonra tüm meleklere Adem’e secde etmelerini emretmiştir. İçlerinden sadece şeytan Allah’ın emrine, büyüklendiği için, itaat etmemiş ve şöyle demiştir:
… Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana baş kaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. (Hicr Suresi, 39)
Allah’ın huzurundan kovulan şeytan, tüm insanları Allah’ın yolundan alıkoymak ve onların tamamını saptırmak için Allah’tan kıyamete kadar süre istemiştir. Şeytan kendisine tanınan bu süre içerisinde insanları Allah yolundan şaşırtıp saptırmaya çalışacak ve bunun için her yolu deneyecektir. Bu nedenle şeytan, her insanın ahireti için en önemli tehlikedir ve her insanın en büyük düşmanıdır.

78- Şeytan insanlara nasıl ulaşır, onları hangi yollarla saptırmaya çalışır?

Allah Kuran’da, ”‘Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran’ vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar)” (Nas Suresi, 4-5) ayetiyle şeytanın kalplere gizlice vesvese verdiğinden söz etmektedir. Bu, şeytanın en sinsi yöntemidir. Çoğu insan zihnindeki düşüncelerin şeytandan olduğunu anlayamaz. Bunların hepsini kendi düşünceleri zanneder. Örneğin dini yeni öğrenen bir kişi şeytanın önemli bir hedefidir. Bu kişiye dini zormuş gibi gösterebilir. Veya kendi yaptıklarının zaten yeterli olduğunu daha fazlasını yapmasına gerek olmadığını söyleyebilir. Bu kişi ise bunların doğru olduğu yanılgısına kapılabilir. Veya şeytan insanlara korku, endişe, gerilim, huzursuzluk gibi olumsuz hisler verir, onların gücünü azaltmayı hedefler. İyilik ve hayır yapmalarını, sağlıklı düşünmelerini engellemeye çalışır. Tüm bunların şeytandan olduğunu bilerek, Allah’a sığınmak ve şeytanın telkinlerine hiçbir zaman kulak vermemek gerekir.
Bu arada unutulmamalıdır ki, dünyadaki tüm kötülüklerin, savaşların, katliamların, ahlaksızlıkların kökeninde şeytanın insanlar üzerindeki etkisi vardır.

79- Şeytanın kendine ait müstakil bir gücü var mıdır?

Şeytan konusunda kesinlikle bilinmesi gereken en önemli nokta şudur: Şeytanın kendisine ait bir gücü yoktur. Tüm diğer varlıklar gibi onu da Allah yaratmıştır ve Allah’ın kontrolündedir. Allah’ın dilemesi dışında hiçbir şey yapamaz. Şeytan, insanları saptırma görevini Allah’ın izniyle sürdürmektedir. Bu şekilde Allah insanları imtihan etmek için yarattığı dünya hayatında kimlerin şeytana uyacağını, kimlerinse uymayacağını denemektedir. Allah bu gerçeği şöyle bildirmektedir.
Oysa onun, kendilerine karşı hiçbir zorlayıcı-gücü yoktu; ancak Biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırt etmek için (ona bu imkanı verdik). Senin Rabbin, herşeyin üzerinde gözetici-koruyucudur. (Sebe Suresi, 21)

80- Şeytanın kimler üzerinde etkisi olmaz?

Şeytanın samimi müminler üzerinde hiçbir etkisi olmaz. Allah bu gerçeği Nahl Suresi’nin 99. ve 100. ayetlerinde şöyle bildirir:

Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar üzerindedir. (Nahl Suresi, 99-100)

81-109: Sorular ve Cevaplar

81- “Adamlık dini” nedir?

Onlar hala cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir? (Maide Suresi, 50)
Dünya üzerinde ideolojisi, felsefesi, dünya görüşü ne olursa olsun, Hak Din’den uzaklaşmış tüm insanların tabi oldukları ortak bir batıl “din” vardır. Hak dinin yaşanmadığı toplumların tümünde yaşanan, bu batıl dindir. Söz konusu toplumlardaki insanlar dünyaya geldikleri andan itibaren çevrelerinden aldıkları uzun telkinlerin sonucunda, bu batıl dinin sunduğu değer yargılarını, kuralları, düşünce şekillerini benimserler.  İşte bu dinin ismi “adamlık dini”dir.
Adamlık dinini yaşayan insanların en temel özelliği Allah’ın rızasını değil, içinde yaşadıkları toplumun rızasını hedef edinmeleri ve yaşamlarını bu hedef doğrultusunda yönlendirmeleridir.
Adamlık dinini yaşayan toplumların kişilerden en önemli beklentisi “adam olmak”tır. “Adam olmak” tabiriyle kastedilen ise, toplum tarafından genel kabul görmüş bir kültüre, tavra ve anlayışa sahip olmak, sözde makbul olarak tanıtılan belli kalıpları üzerinde taşımaktır. (Bu konu ile ilgili bkz. Harun Yahya, Adamlık Dini)

  82- Çoğunluğun uyguladığı bir sistem mutlaka doğru mudur?

Allah’ın dininden uzak yaşayan toplumlardaki genel kanaat çoğunluğun her zaman haklı olacağı yönündedir. Oysa bu, insanların yaptığı tamamen yanlış bir çıkarımdır. Allah bize Kuran’da ”… insanların çoğu iman edecek değildir.” (Yusuf Suresi, 103) diye haber vermiştir. Ve yine ayetlerinde bu iman etmeyen çoğunluğa uyanların da zarar içinde olacağını bildirmiştir.
Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle yalan söylerler.’ (Enam Suresi, 116)
Tüm bunlardan anlıyoruz ki her dönemde inananlar azınlıkta, Allah’ın dininden uzak olanlar ise çoğunlukta olacaklardır. Ve bu durum Allah’a iman eden ve toplumun sunduğu “adamlık dini”nden uzak yaşayan kişilerin kıymetini kat kat artıracaktır.

 83- “Adamlık dini”ni terk etmek için ne yapmak gerekir?

Allah’ı inkar temeli üzerine kurulmuş bu sistemden kurtulmanın yolu öncelikle yalnızca Allah’ın rızasını aramak, O’nun Kuran’da sunduğu ahlakı ve yaşam tarzını eksiksiz olarak hayata geçirmeye çalışmaktır. Tüm yaşantısını Kuran ayetleri doğrultusunda düzenleyen insan, doğal olarak cahiliye toplumunun sunduğu kötü ahlaktan ve çirkin tavırlardan da uzaklaşır.

84- Akılla zeka arasındaki fark nedir?

Akıl, sadece müminlerin sahip olduğu önemli bir özelliktir. Ancak toplumda bilinen akıl kavramı ile Kuran ahlakını yaşamanın getirdiği akıl birbirinden çok farklıdır. Kuran’da söz edilen akıl, zekadan tamamen farklı bir kavramdır. Zeka bir insanın biyolojik olarak sahip olduğu beyin kapasitesidir. Zeka ne artar, ne azalır. Akıl ise Allah’tan korkup sakınan takva sahibi müminlere Allah Katından büyük bir nimet olarak verilir. Ve insanın takvası ölçüsünde sahip olduğu akıl seviyesi de artar.
Akıl sahibi insanın en belirgin özellikleri, Allah’tan korkup sakınması, daima vicdanına uyması, her olayı, gördüğü herşeyi Kuran’a göre değerlendirmesi ve her an Allah’ın rızasını aramasıdır. Bir insan dünyanın en zeki, en bilgili, en kültürlü insanı dahi olsa eğer bu özelliklere sahip değilse “aklı” olmayacaktır ve birçok gerçeği göremeyecek, kavrama yeteneğinden yoksun kalacaktır. Allah akılsızlığın nasıl bir bela olduğunu  şöyle bildirmiştir:
Gerçek şu ki, Allah Katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir. (Enfal Suresi, 22)
Akıl sahibi insan aynı zamanda ileri görüşlüdür, her zaman yerinde ve isabetli kararlar verir, daima olayların özünü kavrayabilir, iç yüzünü görebilir. (http://www.gercekakil.com/)

85- İnsanın aklını örten etkenler nelerdir?

İnsanın kalbini ve aklını kapalı tutan şeyler, insanın hırsları ve bencil tutkularıdır. Örneğin gelecek korkusu, kıskançlık, paraya ve maddi değerlere karşı duyulan tutkulu istekler, duygusallık gibi şeyler insanı meşgul eder, aklını oyalar. Asıl düşünmesi gereken konuları; Allah’ın büyüklüğünü, yaratışındaki mükemmelliği, düşünemez hale getirir. Allah kurtuluşun ancak nefsin tutkularından kurtulmakla mümkün olacağını haber vermiştir:
… Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)

  86- Kuran’da Allah’ın büyüklenenleri sevmediği belirtiliyor, Kuran’a göre büyüklenmek ne anlama geliyor?

Kuran’a göre böbürlenen insanın en belirgin özelliği, sahip olduğu herşeyi kendisine Allah’ın verdiğini unutması ve bunlarla övünüp şımarması, kendini cahilce üstün görmesidir. Bu konudaki önemli bir yanılgı, böbürlenerek Allah’a karşı büyüklenen insanların hep fevri karakterli kişiler olduğunun düşünülmesidir. Halbuki bir insanın güzelliğini kendinden bilmesi ve bunun etkisinde olması, kazandığı başarılarla övünmesi, kendini hep yeterli görmesi ve hiçbir zaman “acaba daha vicdanlı olabilir miyim?” diye düşünmemesi, kibir ve büyüklenme içinde olması, böbürlenmenin örneklerindendir. Bu nedenle her insanın bundan şiddetle kaçınarak, Allah’a karşı aciz ve muhtaç olduğunu, sahip olduğu herşeyi, dilerse Allah’ın elinden alıp yok edebileceğini düşünmesi gerekir. Allah böyle kişilerin sonunu bize haber vermiştir:
Ona: “Allah’tan kork” denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 206)

87- Kuran ahlakına göre tevazulu bir insan nasıl olmalıdır?

Böbürlenmenin aksine tevazulu insan, sahip olduğu herşeyi kendisine Allah’ın bir nimet ve deneme olarak verdiğini bilir. Aciz ve muhtaç bir insan olduğunun, Allah’ın dilemesi dışında hiçbir şeye güç yetiremeyeceğinin farkındadır. Bu nedenle her zaman Allah’a dönüp yönelen, her nimete şükreden bir insandır. Allah müminlerin alçakgönüllü tavrını övmüştür:
O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler… (Furkan Suresi, 63)

88- Niyetimden sorumlu olur muyum?

Her insan niyetinden sorumludur. Allah bunu, “… kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu tutar…”(Bakara Suresi, 225) ayetiyle haber vermiştir.  Yapılan her işte niyetin, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak olması gerekir. Yapılan bir iş hayır gibi görünebilir, ancak eğer yapılan işte insanların takdiri veya dünyevi bir karşılığı bekleniyorsa bu iş Allah Katında kabul görmeyecektir.

89- Dünya hayatı aldatıcı bir süstür derken tam olarak ne kastediliyor?

İnsanların içine düştükleri ve pek düşünmedikleri en önemli yanılgılarından biri, dünya hayatını tek ve gerçek yaşantıları sanmalarıdır. Oysa dünya Allah’ın insanları denemek için yarattığı geçici bir mekandır. Asıl olan ölümden sonraki yaşamdır. Dolayısıyla çabuk geçen ve çok kısa olan dünya hayatında insanları cezbeden, onları kendine kaptırıp oyalayan herşey “aldatıcı bir süs”tür. ”Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır” (Al-i İmran Suresi, 14) ayetinde görüldüğü gibi Allah insanları bu aldatıcılığa karşı uyarmakta ve asıl güzel yerin Allah Katında olduğunu hatırlatmaktadır.

 90- İnsanların sahip oldukları acizliklerin hikmetleri nelerdir?

İnsanlara verilmiş pek çok fiziksel zayıflık vardır. Öncelikle insan hem bedenini hem de çevresini temiz tutmak, özenli bir bakım yapmak zorundadır. Bu bakım için ayırdığı vakit hayatının oldukça büyük bir bölümünü kapsar. Ancak insan ne kadar temizlik ve bakım yaparsa yapsın bu, geçicidir. Dişini fırçalayan insan belki 1 saat sonra hiç fırçalamamış gibi olur. Banyo yapan bir kişi yazın 1-2 saat sonra hiç banyo yapmamış gibi bir hale gelebilir.
Burada önemli olan fiziksel acizliklerin bir amaca yönelik olduğunu kavrayabilmektir. Bunlar zorunlu acizlikler değildir, özel olarak yaratılmışlardır. Aynı şekilde yaşlılık ve onunla birlikte gelen değişiklikler de insana dünya hayatının geçici olduğunu düşünmesi, eksikliklerle dolu olan dünyaya bağlanmaması ve “asıl yurt” olan ahirete yönelmesi için Allah’ın özel olarak verdiği acizliklerdir. Ve Allah Kuran’da insanlar için hayırlı olanın ahiret olduğunu haber vermiştir:
Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (En’am Suresi, 32)

 91- Kuran’da geçmiş kavimlerden bahsedilmesinin hikmeti nedir?

Allah Kuran’da, tarih boyunca yaşamış tüm kavimlere doğru yolu gösterdiğini ve onlara elçileri vasıtasıyla dünyanın geçiciliğini, gerçek yurdun ahiret olduğunu hatırlattığını bildirmiştir. Ancak yine Kuran’da bildirildiği gibi, insanların çoğu inkarda ayak diretmişler ve elçilerin davetine icabet etmemişlerdir. Bunun üzerine Allah onları hiç beklemedikleri şekilde azapla yakalamış ve bir kısmını da yeryüzünden tamamen silmiştir.  (http://www.kavimlerinhelaki.com)
Kuran’da geçmişte yaşamış kavimlerden bahsedilmesinin en önemli sebeplerinden biri, bugünkü insanların aynı duruma düşmekten sakınmalarını sağlamaktır. Eski toplumların başına gelen felaketlere ve onlara ait arkeolojik kalıntılara, sadece herhangi bir tarihsel bilgi gözüyle bakmak ve bunlardan ibret almamaksa son derece yanlış olur. Allah bu toplumların başlarına gelenlerden öğüt almayı emretmiştir:
Biz bunlardan önce nice nesiller yıkıma uğrattık ki onlar, zorbaca yakalamak (yakıp-yıkmak, baskı ve şiddetle yönetmek, sindirmek) bakımından kendilerinden daha üstündüler; şehirlerde (yerin üstünü altına getirip, sayısız kazı, inşaat ve araştırmalarla her yanı) delik-deşik etmişlerdi. (Ama) kaçacak bir yer var mı? Hiç şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahid olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır. (Kaf Suresi, 36-37)

92- Cinlerin yaratılış amaçları nedir?

Allah Kuran’da pek çok ayette cinlerin varlığından bahseder. Cinler de ibadet etmeleri için yaratılmış canlılardır. İnsanlardan farklı bir boyutta yaşarlar. Ayetlerde bildirildiği gibi, insanlar onları görmez ancak onlar insanları görebilirler. Halk arasında yanlış bir kanaat olarak cinlerin gelecek hakkında bilgi verebildikleri sanılır, oysa Kuran’da böyle bir yeteneklerinin olmadığı haber verilmiştir. Ayrıca ayetlerde cinlerin de Kuran’dan sorumlu tutuldukları haber verilmiştir. Allah cinlerin de insanlarla aynı amaçla yaratıldıklarını şöyle bildirir:
Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)

93- Melekler nasıl varlıklardır?

Melekler Allah’a kullukta kesinlikle hata yapmayan ve insanlardan ayrı bir boyutta yaşayan varlıklardır. Melekler insanlar gibi imtihan olmak için yaratılmamışlardır. Allah onları hatasız varlıklar olarak yaratmıştır. Allah her birini ayrı görevlerle görevlendirmiştir ve bu görevlerini eksiksizce yerine getirirler. Cebrail, Allah’ın vahyini elçilerine iletmekle görevli olan melektir. Her insanın iki yanında onun her yaptığını yazan yazıcı melekler bulunur. Ölüm anı geldiğinde insanın canını almakla görevli melekler vardır. Zebaniler ise cehennemdekilerin en şiddetli azabı yaşamalarından sorumlu olan meleklerdir.
Allah meleklerin kulluğunu şöyle bildirir:
… yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah’a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar… (Nisa Suresi, 172)
Allah, gerçekten Kendisi’nden başka İlah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O’ndan başka İlah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O’ndan başka İlah yoktur. (Al-i İmran Suresi, 18)

94- Zamanı nasıl tanımlayabiliriz?

Zaman, bir anı başka bir anla kıyaslama yöntemi olarak tanımlanabilir. Bu konuya şöyle bir örnek verebiliriz: Bir cisme vurduğumuzda belirli bir ses çıkar. Aynı cisme beş dakika sonra vurduğumuzda yine bir ses çıkar. Kişi, birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye “zaman” der.
Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmasa zaman algısı da olmaz.

95- Zamanın izafi oluşu ne demektir?

Biraz önce de söylediğimiz gibi zaman algısı, iki olayı birbiriyle kıyas ederek ortaya çıkar. Oysa bu kıyas, beynimizin içinde verilen bir karardır ve dolayısıyla da izafidir. Bunun en açık örneğini rüyamızda yaşarız. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte herşey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür. Bu konuyla ilgili pek çok örnek Kuran ayetlerinde de bildirilmiştir. Bazı ayetlerde insanların zaman algılarının farklı olduğuna, insanın gerçekte çok kısa bir süreyi çok uzunmuş gibi algılayabildiğine işaret edilmiştir. Bu konudaki ayetlerden biri şöyledir:
Dedi ki: “Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?” Dediler ki: “Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.” Dedi ki: “Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz,” (Müminun Suresi, 112-114)

96- Kader nedir?

Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık. Bizim emrimiz, bir göz kırpma gibi yalnızca ‘bir keredir.’ (Kamer Suresi, 49-50)00
Kader, Allah’ın geçmiş ve gelecek tüm olayları “tek bir an” olarak bilmesidir. İnsanların önemli bir bölümü, Allah’ın henüz yaşanmamış olayları önceden nasıl bildiğini sorarlar ve kaderin gerçekliğini anlayamazlar. Oysa “yaşanmamış olaylar” bizim için yaşanmamış olaylardır. Allah ise zamandan ve mekandan münezzehtir. Zaten bunları yaratan Kendisi’dir.  Allah Katında zaman diye bir kavram yoktur. Bu nedenle Allah için geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi olup bitmiştir.

 97- Allah’ın belirlediği kaderi insanların değiştirmesi mümkün değildir.

Bu, toplumda yaygın olan yanlış bir kader anlayışıdır. Örneğin ölümden dönen bir hasta için “kaderini yendi” gibi cahilce ifadeler kullanılır. Oysa kimse kaderini değiştiremez. Ölümden dönen kişi, kaderinde ölümden dönmesi yazılı olduğu için ölmemiştir. “Kaderimi yendim” diyerek kendilerini aldatanların bu cümleyi söylemeleri ve o psikolojiye girmeleri de yine kaderlerindedir.
Çünkü kader Allah’ın ilmidir. Tüm zamanı aynı anda bilen ve tüm zamana ve mekana hakim olan Allah için, herşey kaderde yazılmış ve bitmiştir. Allah için zamanın tek olduğunu Kuran’da kullanılan üsluptan da anlarız. Bizim için ölümümüzden sonra yaşanacak bazı olaylar, Kuran’da çoktan olup bitmiş olaylar olarak anlatılır. Allah bizim bağlı olduğumuz izafi zaman boyutundan münezzehtir. Allah tüm olayları zamansızlıkta dilemiş, insanlar bunları yapmış, tüm bu olaylar yaşanmış ve sonuçlanmıştır.

98- Yeniden dirilme nasıl olacaktır?

Allah sonsuz güç sahibidir ve her varlığın Yaratıcısıdır. Kuşkusuz herşeyi yoktan var eden, insanı bir damla sudan yaratan Allah, onları benzer bir şekilde yeniden yaratmaya da güç yetirir. Allah insanların bu sorusunu Kuran’da şöyle cevaplandırmıştır:
Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi inkar etmelerine ve: “Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” demelerine karşılık cezalarıdır. Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler. (İsra Suresi, 98-99)

99- Materyalist felsefe neden geçerli değildir?

Materyalist felsefe herşeyin maddeden ibaret olduğunu, evrenin yaratılmış olmadığını, sonsuzdan beri var olduğunu ve sonsuza kadar da varlığını devam ettireceğini iddia eden batıl bir düşünce sistemidir.
Ancak yüzyılımızda bilimsel alandaki gelişmeler bu felsefenin iddialarının tamamen geçersiz olduğunu ortaya koymuştur. Öncelikle Kuran’da 1400 sene önce haber verildiği gibi, evrenin bir başlangıcı olduğu, yani yoktan var edildiği ve bir sonunun olduğu bilim çevreleri tarafından anlaşılmıştır. Ardından “madde” dediğimiz şeyin aslına hiçbir zaman ulaşamadığımız, bir “algılar bütünü” olduğu yine bilim tarafından ortaya konmuştur. Bu iki temel iddiasının yıkılması, materyalist felsefeyi tamamen geçersiz kılmıştır.

100- Evren nasıl var oldu?

Gökleri ve yeri yoktan var edendir… (Enam Suresi, 101)
Bugün bilim çevreleri, evrenin Big Bang ismi verilen büyük bir patlamanın ardından yokluktan bir anda meydana geldiğini kabul etmişlerdir. Big Bang teorisinin kesin kabul görmesini sağlayan deliller şunlardır:
Evrenin genişlemesi: 1929 yılında Edwin Hubble tarafından tüm gök cisimlerinin birbirlerinden uzaklaştığı, diğer bir deyişle evrenin giderek genişlediği ortaya konuldu. Bu, evrenin tek bir noktanın patlamasıyla (Büyük Patlama ile) var olduğunun kesin bir delilidir.
Kozmik Fon Radyasyonu: Evren bir patlama sonucunda ortaya çıktığına göre bu patlamadan geriye kalan bir radyasyon olması gerekiyordu ve bu radyasyonun da evrenin her yerine eşit bir şekilde dağılmış olması gerekiyordu. Nitekim 1965 yılında olması gereken bu radyasyon bulundu ve ilerleyen yıllarda uydular aracılığıyla söz konusu radyasyonun varlığı kesin olarak doğrulandı.
Evrendeki hidrojen-helyum oranı: Big Bang’in diğer bir önemli delili ise, uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarı oldu. Günümüzde yapılan ölçümlerle anlaşıldı ki, evrendeki hidrojen-helyum gazlarının oranı, Big Bang’den arta kalan hidrojen-helyum oranının teorik hesaplamalarına uyuyordu. Eğer evrenin bir başlangıcı olmasaydı ve evren sonsuzdan beri var olsaydı, içindeki hidrojen tamamen yanarak helyuma dönüşmüş olurdu. (http://www.evrenmucizesi.com)
Evrenin yoktan var olduğu, diğer bir deyişle yaratıldığı anlamına gelen Big Bang teorisi, materyalist felsefenin evrenin sonsuzdan beri var olduğu iddiasını kesin olarak yıkmıştır.

101- Materyalistler insan ruhunu nasıl açıklar?

Herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden materyalistler, insan ruhunu ve bilincini hiçbir şekilde açıklayamazlar. Bilindiği gibi yeryüzünde, insan bedeni de dahil herşeyin yapıtaşı atomlardır. Yani canlı cansız tüm varlıklar atomların farklı şekillerde biraraya gelmesiyle oluşurlar. İşte materyalistlerin en sıkıştıkları noktalardan biri budur.
İnsan bilinçli, irade sahibi, düşünebilen, konuşabilen, akledebilen, karar verebilen, muhakeme edebilen bir varlıktır. Böyle bir varlığın, materyalistlerin iddia ettiği gibi başıboş tesadüflerle, şuursuz atomların kendiliğinden biraraya gelerek ortaya çıkmış olması imkansızdır. Düşünemeyen, akledemeyen, karar alamayan atomların ani bir kararla biraraya gelip insan ruhunu oluşturmaları mümkün değildir. Dolayısıyla materyalistlerin insanın sahip olduğu ruh ile ilgili herhangi bir açıklamaları da yoktur. (www.darwinistpanik.com)

102- Evrim teorisi neyi iddia eder?

Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia eder. Dolayısıyla bu bilim dışı iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve sonrasında bu atomlar bir şekilde diğer canlıları ve insanı oluşturmuşlardır. Evrimcilerin bu iddiası ile ilgili bir deney tasarlayalım ve evrimcilerin yüksek sesle dile getiremedikleri bir iddiayı onlar adına “Darwin Formülü” adıyla inceleyelim:
Evrimciler, büyük varillerin içine canlılığın yapısında bulunan elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan, ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gödükleri malzemeyi de bu varillere eklesinler. Karışımların içine istedikleri kadar amino asit, istedikleri kadar (bir tekinin bile rastlantısal oluşma ihtimali 10950′de bir olan) protein doldursunlar. Bu karışıma istedikleri oranda ısı ve nem versinler, gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başında da nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene beklesinler. Ancak her ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir insan çıkaramazlar. Aslanları, kaplanları, karıncaları, gülleri, zambakları, manolyaları, sülünleri, ağaçkakanları, balinaları, kanguruları, atları, papağanları, muzları, portakalları, zeytinleri, narları, üzümleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler.

 103- Evrim teorisinin canlılığın oluşumu ile ilgili iddiasının bir geçerliliği var mıdır?

Hayır, evrimcilerin canlıların tesadüfen oluştuğunu ileri süren iddiaları geçerli değildir. Evrim diye bir süreç yaşanmamıştır. Ama yine de bu konuda ısrarlı davrananlar için teorinin geçersizliğiyle ilgili delilleri açıklayalım. Evrimcilerin belli başlı klasik iddiaları vardır. Bunlar;
Doğal seleksiyon ve mutasyonla yeni canlı türlerinin oluştuğunu iddia ederler.
Yapıları doğal şartlara uymayan canlıların yok olacağını, uygun olanlarınsa nesillerini devam etttireceğini iddia eden doğal seleksiyon mekanizmasının yeni bir tür ortaya çıkarması mümkün değildir. Bu sadece mevcut türler arasında elemeye yol açar yeni bir tür asla oluşturamaz. Mutasyonlar ise sadece DNA’da tahribat yaparlar. Mutasyonların etkisi zararlıdır, yeni bir tür oluşturmaları da kesinlikle mümkün değildir.
Canlıların sudan karaya geçtiğini iddia ederler.
Suda yaşayan bir canlının karaya geçmesi mümkün değildir. Çünkü bir canlı vücut ağırlığını, vücut sıcaklığını, vücudundaki suyun kullanım sistemini, böbrek yapısını, solunum sistemini ve yaşam şeklini değiştirerek kendini bambaşka bir canlıya dönüştüremez.
Kuşların sürüngenlerden evrimleştiğini iddia ederler.
Böyle bir şey de mümkün değildir. Çünkü;
Kuşların kanatlarının sürüngenlerin pullarının değişmesiyle oluşması imkansızdır.
Kuşların ciğerleri, kara canlıların akciğerlerine tamamen ters bir şekilde işler.
Kuşların uçmalarında önemli bir etmen olan kemikleri kara canlılarına göre hafiftir.
Kuşların ve sürüngenlerin kas-iskelet sistemleri birbirinden tamamen farklıdır.
Memelilerin de sürüngenlerden evrimleştiğini iddia ederler.
Bu da tamamen asılsız bir iddiadır. Çünkü, sürüngenlerin vücutları pullarla kaplıdır, soğukkanlıdırlar ve yumurtlayarak çoğalırlar. Memeliler ise sıcakkanlıdırlar, vücutları tüylerle kaplıdır ve doğurarak çoğalırlar.

104- Evrimi çürüten diğer deliller nelerdir?

Bu delilleri çok fazla detaylandırmak mümkündür. Ama belli başlı birkaç tanesi şunlardır:
Öncelikle bugün bilim, kesin olarak ispatlamıştır ki, cansız maddelerden canlı maddeler oluşamaz.
Şimdiye kadar evrimcilerin canlıların birbirinden evrimleşerek geliştiği iddiasını destekleyen tek bir ara geçiş fosili bile bulunmamıştır. Normal türlere ait fosillerden milyonlarca bulunmasına rağmen, bugüne kadar hiçbir yarı sürüngen-yarı kuş, yarı balık-yarı sürüngen, yarı maymun-yarı insan canlıya ait bir ize rastlanmamıştır. Bugüne kadar elde edilen 250 milyon fosil, evrimin hiçbir zaman yaşanmadığını, canlıların ortak bir atadan gelmediklerini, türlerin birbirlerine dönüşmediklerini ispatlamıştır. Fosil kayıtlarının ortaya koyduğu gerçek, her bir canlı türünün, sahip olduğu tüm özelliklerle bir anda yaratıldığı ve soyu devam ettiği müddetçe hiç değişmediğidir.
Canlılığın yapıtaşı olan proteinler tesadüfen oluşamazlar. 500 amino asitli bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimali 10 üzeri 950′de birdir. Kısacası aklın kavrama sınırlarının çok üstünde olan bu ihtimalin gerçekleşme olasılığı “0″dır.

 105- Evrim teorisi canlılığın dünya üzerinde aniden ortaya çıkışını nasıl açıklar?

Evrim teorisi yeryüzünde canlılığın ortaya çıkışı ile ilgili hiçbir açıklama yapamamaktadır.
Yeryüzü tabakaları ve fosil kayıtları incelendiğinde, yeryüzündeki canlı hayatının birdenbire ortaya çıktığı görülür. Kompleks canlıların fosillerine rastlanılan en derin yeryüzü tabakası, 520-530 milyon yıl yaşında olduğu hesaplanan “Kambriyen” tabakadır. Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller çeşitli kompleks omurgasız türlerine aittir. İlginç olan, birbirinden çok farklı olan bu türlerin hepsinin bir anda ve hiçbir ataları olmaksızın ortaya çıkmalarıdır. Bu yüzden jeolojik literatürde bu mucizevi olay, “Kambriyen Patlaması” olarak anılır.
Dünyanın nasıl olup da böyle birdenbire birbirlerinden çok farklı omurgasız türleriyle dolup taştığı, hiçbir ortak ataya sahip olmayan ayrı türlerdeki canlıların hiçbir evrim aşaması geçirmeden nasıl ortaya çıktıkları, evrimcilerin asla cevaplayamadıkları sorulardır. (http://www.hayvanlaralemi.net)
106- Evrimcilerin halkı kandırmak amacıyla yaptıkları sahtekarlıklar nelerdir?
Gazetelerde, dergilerde, filmlerde görülen “maymun adam”ların hepsi aslında evrimcilerin hayal ürünü olan çizimleridir. Evrimciler bazen tek bir dişe dayanarak, burun, dudakların yapısı, saçların şekli, kaş biçimi gibi fosil izi bırakmayan özellikleri kendilerince şekillendirirler ve yarı maymun-yarı insan görünümünde illüstrasyonlar hazırlar, hatta bunların ailelerini ve sosyal yaşamlarını konu alan sahte resimler çizerler. Bu yöntemi kullanarak halkı yanlış yönlendirmeye çalışırlar.
Bunun yanı sıra evrimciler bulamadıkları fosilleri “üretirler”, yani sahtekarlıklar yaparlar. Zaman içinde ortaya çıkan bu sahtekarlıklardan en ünlü birkaç tanesi şunlardır:
Piltdown Adamı: Evrimciler, insan kafatasına orangutan çenesi ekleyerek yaptıkları bu sahtekarlıkla bilim dünyasını 40 sene aldatmışlardır. 500 yıl yaşında bir insan kafatasına, yeni ölmüş bir orangutanın çene kemiğini eklemişlerdir. Dişleri, insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan eklemişler, eklem yerlerini de törpülemişlerdir. Ayrıca bütün parçalar eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmiştir.
Nebraska Adamı: 1922 yılında evrimciler buldukları bir azı dişi fosilinin insan ve maymunların ortak özelliklerini taşıdığını iddia etmişlerdir. Bu konuyla ilgili çok derin bilimsel araştırmalar yapılmış ve dişe Nebraska Adamı ismi verilmiştir. Bu tek dişe dayanarak Nebraska Adamı’nın kafatasının ve vücudunun rekonstrüksiyon resimleri çizilmiştir. Hatta daha da ileri gidilerek Nebraska adamının, eşinin ve çocuklarının doğal ortamda ailece resimleri de yayınlanmıştır. Ancak 1927′de iskeletin öbür parçaları da bulunmuş ve bu dişin bir yaban domuzuna ait olduğu anlaşılmıştır.

107- “İlkel insan” kavramı evrimci bir safsatadır

İlkel insan diye bir şey yoktur. Bu konudaki pek çok delilden birkaçı şöyledir:
1995′te İspanya’da bulunan insan fosili “insanın evrimi” masalını kesin olarak yıkmıştır. Atapuerca bölgesinde bulunan 800 bin yıllık insan kafatası fosili, evrimcilerin yarı maymun canlıların yaşadığını iddia ettikleri döneme aittir ve günümüz insanından farksızdır. Yani 800 bin yıl önceki insanla bugünkü insan arasında hiçbir fark yoktur.
14 Mart 1998′de New Scientist Dergisi’nde yayınlanan, “İlk insanlar sandığımızdan çok daha akıllıydı…” başlıklı bir habere göre; evrimcilerin Homo Erectus olarak adlandırdıkları insanlar bundan 700 bin yıl önce gemicilik yapıyorlardı. Gemi yapacak bilgi ve teknolojiye ve deniz ulaşımını gerektiren bir kültüre sahip olan bu insanların “ilkel” sayılması elbette imkansızdır. (http://www.yasayanfosiller.com)
Evrimcilerin Neandertal insanı olarak tanımladığı insan ırkının, günümüzden onbinlerce yıl önce giyim-kuşam bilgisine sahip olduğunu gösteren 26 bin senelik iğne fosilleri de bulunmuştur. Bundan anlaşılıyor ki, sahte çizimlerle kasıtlı olarak maymunsu bir görünüm verilen Neandertaller’in de günümüz insanlarından hiçbir farkları yoktur.

108- Canlılardaki kompleks sistemlerin meydana gelişi evrimle açıklanabilir mi?

Hayır, açıklanamaz. Canlılardaki göz, kulak gibi çok parçadan oluşan kompleks sistemler, ancak tüm parçaları eksiksiz olarak birarada olduğunda işlev görebilirler. Örneğin gözün görebilmesi için kendisini oluşturan 40 civarında organelin birarada olması zaruridir. Bunlardan tek bir tanesi örneğin göz retinası veya göz yaşı bezleri olmazsa göz göremez. Dolayısıyla buradan çıkan sonuç bu tür sistemlerin tüm parçalarının tek bir anda var olmuş olmaları gerektiğidir. Bu da evrimin geçersizliğini bir kez daha ortaya koyar.
Peki kompleks bir yapı, bir anda var olmuşsa bunun anlamı nedir? Kuşkusuz birçok parçanın aynı anda, aynı yerde meydana gelmesi ancak özel bir yaratılışın sonucu olabilir.

 109- Evrim teorisi, bilimsel açıdan hiçbir geçerliliği olmadığı halde, neden bazı çevrelerce bu kadar ısrarla savunuluyor?

Allah’ın varlığını göz ardı eden, O’na karşı sorumlu olduğunu kabul etmek istemeyen insanlar, bu isteklerini gerçekleştirebilmek ve diğer insanlara da bu düşüncelerini kabul ettirebilmek için makul bir gerekçe ararlar. Herşeyin tesadüfen oluştuğunu iddia ederek, Allah’ın apaçık olan varlığını inkar ettirmeye ve dolayısıyla da kimseye karşı sorumlu olmadıklarını kabul ettirmeye çalışırlar. (Allah’ı tenzih ederiz).
İşte bu noktada, evrim teorisi, inkarcı felsefeler için sözde bilimsel bir dayanak oluşturur. Bundan dolayı Allah’ı inkar etmekte direten insanlar, bilimsel bir geçerliliği olmasa da, doğruluğuna inansalar da inanmasalar da bu teoriyi ideolojik ve felsefi bir zorunluluk olarak savunurlar.
(http://www.evrimbilimdegildir.com)